
-40’lı yaşları tamamlamak üzere olan ve 50’li yaşlara henüz merhaba diyen herkese…-
★★
Öğretmenliğe 1992 yılında Ankara’da başlamıştım...
Daha yolun başında Kenan Gümüş, Recai Küren, Hasan Baltacı, Dilekhan Üçer, Ahmet Akkol gibi muhteşem öğretmen ve yönetici ustalarla karşılaşmam benim sadece o dönemle ilgili değil, mesleki kariyerimle ve sonraki tüm hayatımla da ilgili en büyük şanslarımdan biri oldu.
Ayla Akar Torun, işte o günlerde çırağı olduğum ve demin sıraladığım muhteşem beşliye ekleyebileceğim çok ama çok değerli bir öğretmendi.
Filmlerde, romanlarda karşımıza çıkan mucize öğretmenlerden biriydi o, tepeden tırnağa idealistti. Öğrencilerinin gözünde tam bir efsaneydi, arkadaş grubunun göz bebeğiydi. Toplantılarda o söz aldığında hepimiz susar ‘Durun, Ayla hoca bir şey söylüyor!’ diye dikkat kesilirdik.
Ve ben onun çırağıydım. Hâlâ öyleyim. Bundan gurur duyuyorum…
Bana kattıklarını, mesleğimle ve dünyayla ilgili bana öğrettiklerini yazılara, kitaplara sığdıramam.
Hani ‘Küçükken yaşanabilecek en büyük mucize, iyi bir öğretmene rastlamaktır’ derler ya işte öyle; mesleği hakkında henüz hiçbir şey bilmeyen bir ‘aday öğretmen’ iken Ayla Akar Torun ile karşılaşmam da benim çocukluğumdan bugüne yaşadığım sayılı mucizevi karşılaşmalardan biri olmuş.
Bunu şimdi daha iyi anlıyorum tabii…
★★
‘Ustam’, sevgili ‘Ayla Öğretmen’, epey zaman önce insanın 50’li yaşlarını anlatan harikulade bir metni ‘alıntı’ dipnotuyla sosyal medya sayfasında paylaştı.
Ayla hocama duyduğum sevgi ve özlemden mi, yoksa 50’li yaşlara girmek üzere olduğumdan mı, bilemiyorum; ama o metne bayıldım. Betimlediği şeyden ve iletisinden çok etkilendim. Bir kıyıya not ettim.
Şimdi zamanı geldi, internette 50 bin kereden fazla paylaşılmış bu yazıyı sevgili ustamın hoşgörüsüne sığınarak ben de size aktarıyorum:
“Hep kırk yaş önemli derlerdi, meğer yanlış biliyorlarmış.
Elli yaşından sonrası daha önemliymiş meğer...
Hayat kısaldıkça anlamı nasıl da değişiyor...
Ellisinden sonra baktığın her şeyi görüyor, dinlediğin her şeyi işitebiliyorsun...
Aşk bile başkalaşıyor. Maddeden ruha geçilen bir dönem başlıyor...
Aldığın her nefesin anlamını biliyor, içtiğin her yudumun tadını çıkartabiliyorsun. Aşka koşar adımlarla değil yavaşça yürüyorsun; vals yapar gibi, bir kuş tüyünün havada uçuşu gibi narin ve sessiz ama bir o kadar da güzel, imbat gibi süzüle süzüle...
Aşk da aşık da yavaşça süzülüyor gönül kapından içeriye...
Yüreğinin ateşini usul usul yakıyor aşk...
Saman alevi gibi çabuk yanıp sönen değil, kömür alevi gibi içten ve derinden olmalı diyorsun; çünkü zamanı yok aşkın, yeniden yaşanacak sonraki aşklara...
★★
Bir daha kırılmak ürkütüyor, bir daha terk edilmek korkutuyor seni…
Aşkı şişeden içmiyorsun, kadehten yudum yudum içmek istiyorsun, şöyle keyfini çıkara çıkara...
Birlikteliklerdeki beklentin değişiyor ve ‘Nasıl daha çok gezeriz’ sorusu yerini ‘Nasıl birlikte daha çok vakit geçiririz’ arayışına bırakıyor. Birlikte dansa gitmek yerine birlikte yürümek daha güzelleştiriyor ilişkini...
Bir filmi izlemek, hiç konuşmadan birlikte bir yeşil ormanı, mavi denizi izlerken...
Daha çok sustuğun halde aslında daha çok konuşmuş oluyorsun...
★★
Pahalı hediyeler yerine o gün aranmak daha çok mutlu ediyor, hele bir de "eve gidince beni ara" diyorsa işte bu her söylenen sevgi sözüne bedel oluyor...
Bu saatten sonra dostlarının sayısı azalıyor...
Yarın için kurduğun büyük hayallerinin yerini geçmişte yaptığın başarılarını anımsamak ,varsa çocuklarına anlatacak hikayelerin yer alıyor...
Hayat uzun bir yol olsa da ellisinden sonra para değil, sağlık ve huzur için dua ediliyor...
★★
Kısaca ben kırkından değil ellisinden sonra hayatın anlamını buldum...
Elli yaşımı çok sevdim...
Kırmıyorum, kırılmıyorum da… Üzülmüyorum, üzmüyorum da…
Bir zamanlar değer verdiğim bir çok şey, artık değerini kaybetti...
Kısaca ben, ellili yaşlarımı tam da gönlümce, yoğunluğuna sevgiyle yaşıyor, yaşatıyorum. Neden, niçin, nasıl diye sormuyorum?..
Olması gerektiği kadarım ve olduğum kadarım.
Ne fazlası, ne eksiği…
Sevgiyle yaşamı kucaklarken, en çok sevgiyi, sevmeyi, sevilmeyi seçiyorum !”
★★
Kırklı yaşlarımı yarılarken yazdığım kitabımı ‘Yarını İyileştirmek İçin’ olarak adlandırdım ve kırklı yaşlarım biterken yazdığım, henüz basım aşamasındaki kitabıma da ‘Sen Yine de İyi Şeyler Düşün’ adını verdim.
Sen Yine de İyi Şeyler Düşün iki bölümden oluşuyor ve iki bölümün başlığı da aynıydı: 50
Hem 50’nci yaşımı karşılarken bir alegori, bir çeşit ‘zaman izi’ olsun diye hem de ilk bölümdeki 50 şiirimle ikinci bölümdeki 50 denememi olabildiğince tarafsız (?) adlandırayım diye böyle yaptım. Umarım, kitabım okurla buluştuğunda şiir tarafına dokunanlarla düzyazı tarafına dokunanlar, aynı beğeni düzeyinde buluşurlar.
★★
Şimdi Ayla hocamın paylaştığı bu muhteşem metni okuyunca o sayı, o simge, o eşik, gözümde bir kez daha büyüyor, büyüyor, büyüyor; 50’den çok daha büyük, çok daha fazla bir şey oluyor…
Düzyazılardan ve şiirlerden daha başka ve çok daha güzel bir şeye dönüşüyor.
★★
Bitirirken bir düzeltim notu:
Geçtiğimiz hafta ‘Yeni nesil okullar’ başlığı altında yayımlanan makalemle ilgili bir düzeltim notu aldım. Sayın Aslı ÇEÇEN (Waldorf Erken Çocukluk Eğitimi Deneyimsel Oyun Terapisi) e-posta ile iletmiş, paylaşıyorum:
“Savaşkan Bey merhabalar. Öncelikle çok teşekkürler bu güzel jestiniz için. Yalnız öncelikle ben bir kurum değil, kişiyim. Bir de yabancı materyal desteği sunan kurslarım yok çocuklar için. Ben sadece ebeveynler ve eğitmenler için içerik oluşturuyorum. Çocuklar için dijital bir içerik oluşturmuyorum. Bu sebeple yazınızda bahsettiğiniz içeriği değiştirmenizi talep edeceğim. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum. Sevgiler.”
Sayın Çeçen’in bu nazik notunu tabii ki dikkate alıyorum ama yazımın özünde-tezinde bir değişiklik gerekmiyor; çünkü o yazıda esas olarak ‘klasik öğrenim alışkanlıklarımızın radikal biçimde değiştiğini ve bu reaksiyonun -bence- artık geri döndürülemez olduğunu’ söyleyip örnekler içinde Waldorf örneğine de değinmiştim. Sadece o kısmı düzeltmiş olalım. Aslı hanıma sevgi ve saygıyla, başarılar diliyorum.
★★
Öğretmenliğe 1992 yılında Ankara’da başlamıştım...
Daha yolun başında Kenan Gümüş, Recai Küren, Hasan Baltacı, Dilekhan Üçer, Ahmet Akkol gibi muhteşem öğretmen ve yönetici ustalarla karşılaşmam benim sadece o dönemle ilgili değil, mesleki kariyerimle ve sonraki tüm hayatımla da ilgili en büyük şanslarımdan biri oldu.
Ayla Akar Torun, işte o günlerde çırağı olduğum ve demin sıraladığım muhteşem beşliye ekleyebileceğim çok ama çok değerli bir öğretmendi.
Filmlerde, romanlarda karşımıza çıkan mucize öğretmenlerden biriydi o, tepeden tırnağa idealistti. Öğrencilerinin gözünde tam bir efsaneydi, arkadaş grubunun göz bebeğiydi. Toplantılarda o söz aldığında hepimiz susar ‘Durun, Ayla hoca bir şey söylüyor!’ diye dikkat kesilirdik.
Ve ben onun çırağıydım. Hâlâ öyleyim. Bundan gurur duyuyorum…
Bana kattıklarını, mesleğimle ve dünyayla ilgili bana öğrettiklerini yazılara, kitaplara sığdıramam.
Hani ‘Küçükken yaşanabilecek en büyük mucize, iyi bir öğretmene rastlamaktır’ derler ya işte öyle; mesleği hakkında henüz hiçbir şey bilmeyen bir ‘aday öğretmen’ iken Ayla Akar Torun ile karşılaşmam da benim çocukluğumdan bugüne yaşadığım sayılı mucizevi karşılaşmalardan biri olmuş.
Bunu şimdi daha iyi anlıyorum tabii…
★★
‘Ustam’, sevgili ‘Ayla Öğretmen’, epey zaman önce insanın 50’li yaşlarını anlatan harikulade bir metni ‘alıntı’ dipnotuyla sosyal medya sayfasında paylaştı.
Ayla hocama duyduğum sevgi ve özlemden mi, yoksa 50’li yaşlara girmek üzere olduğumdan mı, bilemiyorum; ama o metne bayıldım. Betimlediği şeyden ve iletisinden çok etkilendim. Bir kıyıya not ettim.
Şimdi zamanı geldi, internette 50 bin kereden fazla paylaşılmış bu yazıyı sevgili ustamın hoşgörüsüne sığınarak ben de size aktarıyorum:
“Hep kırk yaş önemli derlerdi, meğer yanlış biliyorlarmış.
Elli yaşından sonrası daha önemliymiş meğer...
Hayat kısaldıkça anlamı nasıl da değişiyor...
Ellisinden sonra baktığın her şeyi görüyor, dinlediğin her şeyi işitebiliyorsun...
Aşk bile başkalaşıyor. Maddeden ruha geçilen bir dönem başlıyor...
Aldığın her nefesin anlamını biliyor, içtiğin her yudumun tadını çıkartabiliyorsun. Aşka koşar adımlarla değil yavaşça yürüyorsun; vals yapar gibi, bir kuş tüyünün havada uçuşu gibi narin ve sessiz ama bir o kadar da güzel, imbat gibi süzüle süzüle...
Aşk da aşık da yavaşça süzülüyor gönül kapından içeriye...
Yüreğinin ateşini usul usul yakıyor aşk...
Saman alevi gibi çabuk yanıp sönen değil, kömür alevi gibi içten ve derinden olmalı diyorsun; çünkü zamanı yok aşkın, yeniden yaşanacak sonraki aşklara...
★★
Bir daha kırılmak ürkütüyor, bir daha terk edilmek korkutuyor seni…
Aşkı şişeden içmiyorsun, kadehten yudum yudum içmek istiyorsun, şöyle keyfini çıkara çıkara...
Birlikteliklerdeki beklentin değişiyor ve ‘Nasıl daha çok gezeriz’ sorusu yerini ‘Nasıl birlikte daha çok vakit geçiririz’ arayışına bırakıyor. Birlikte dansa gitmek yerine birlikte yürümek daha güzelleştiriyor ilişkini...
Bir filmi izlemek, hiç konuşmadan birlikte bir yeşil ormanı, mavi denizi izlerken...
Daha çok sustuğun halde aslında daha çok konuşmuş oluyorsun...
★★
Pahalı hediyeler yerine o gün aranmak daha çok mutlu ediyor, hele bir de "eve gidince beni ara" diyorsa işte bu her söylenen sevgi sözüne bedel oluyor...
Bu saatten sonra dostlarının sayısı azalıyor...
Yarın için kurduğun büyük hayallerinin yerini geçmişte yaptığın başarılarını anımsamak ,varsa çocuklarına anlatacak hikayelerin yer alıyor...
Hayat uzun bir yol olsa da ellisinden sonra para değil, sağlık ve huzur için dua ediliyor...
★★
Kısaca ben kırkından değil ellisinden sonra hayatın anlamını buldum...
Elli yaşımı çok sevdim...
Kırmıyorum, kırılmıyorum da… Üzülmüyorum, üzmüyorum da…
Bir zamanlar değer verdiğim bir çok şey, artık değerini kaybetti...
Kısaca ben, ellili yaşlarımı tam da gönlümce, yoğunluğuna sevgiyle yaşıyor, yaşatıyorum. Neden, niçin, nasıl diye sormuyorum?..
Olması gerektiği kadarım ve olduğum kadarım.
Ne fazlası, ne eksiği…
Sevgiyle yaşamı kucaklarken, en çok sevgiyi, sevmeyi, sevilmeyi seçiyorum !”
★★
Kırklı yaşlarımı yarılarken yazdığım kitabımı ‘Yarını İyileştirmek İçin’ olarak adlandırdım ve kırklı yaşlarım biterken yazdığım, henüz basım aşamasındaki kitabıma da ‘Sen Yine de İyi Şeyler Düşün’ adını verdim.
Sen Yine de İyi Şeyler Düşün iki bölümden oluşuyor ve iki bölümün başlığı da aynıydı: 50
Hem 50’nci yaşımı karşılarken bir alegori, bir çeşit ‘zaman izi’ olsun diye hem de ilk bölümdeki 50 şiirimle ikinci bölümdeki 50 denememi olabildiğince tarafsız (?) adlandırayım diye böyle yaptım. Umarım, kitabım okurla buluştuğunda şiir tarafına dokunanlarla düzyazı tarafına dokunanlar, aynı beğeni düzeyinde buluşurlar.
★★
Şimdi Ayla hocamın paylaştığı bu muhteşem metni okuyunca o sayı, o simge, o eşik, gözümde bir kez daha büyüyor, büyüyor, büyüyor; 50’den çok daha büyük, çok daha fazla bir şey oluyor…
Düzyazılardan ve şiirlerden daha başka ve çok daha güzel bir şeye dönüşüyor.
★★
Bitirirken bir düzeltim notu:
Geçtiğimiz hafta ‘Yeni nesil okullar’ başlığı altında yayımlanan makalemle ilgili bir düzeltim notu aldım. Sayın Aslı ÇEÇEN (Waldorf Erken Çocukluk Eğitimi Deneyimsel Oyun Terapisi) e-posta ile iletmiş, paylaşıyorum:
“Savaşkan Bey merhabalar. Öncelikle çok teşekkürler bu güzel jestiniz için. Yalnız öncelikle ben bir kurum değil, kişiyim. Bir de yabancı materyal desteği sunan kurslarım yok çocuklar için. Ben sadece ebeveynler ve eğitmenler için içerik oluşturuyorum. Çocuklar için dijital bir içerik oluşturmuyorum. Bu sebeple yazınızda bahsettiğiniz içeriği değiştirmenizi talep edeceğim. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum. Sevgiler.”
Sayın Çeçen’in bu nazik notunu tabii ki dikkate alıyorum ama yazımın özünde-tezinde bir değişiklik gerekmiyor; çünkü o yazıda esas olarak ‘klasik öğrenim alışkanlıklarımızın radikal biçimde değiştiğini ve bu reaksiyonun -bence- artık geri döndürülemez olduğunu’ söyleyip örnekler içinde Waldorf örneğine de değinmiştim. Sadece o kısmı düzeltmiş olalım. Aslı hanıma sevgi ve saygıyla, başarılar diliyorum.