
Tebessümde silah gibidir, senden her zaman alacağı bir şeyler vardır. Aklın olmadığı dönemler karga kavağı kravatı sanır, ağaçkakan mahkemede Ferhat’a yol açıyordum der.
Oysa isimlerimizdeki manayı yaşasak oda yeterdi… Oysa isim demek ana ödülüydü… Bir parktan koparır gibi koklayıp yere attığımız isimlerimiz. Başımızı sürttüğümüz şu alçak medeniyet tavanlarında fışkırması gereken kıvılcımlar… Yok!.. Oysa herkese adına benzesin diye bir isim kondu… Herkes güneşe böyle çıktı, eşit ve adlı… Sonra!.. Leş kokusu çiçek kokuna karışıp gitti…
Hamit dedi Vatan yahut Silistre’nin yazarı, sana hitap edebilmek için isminden büyük kelime bulamıyorum…Vay!..
Kahkahayla tebessümün farkını çok yazdım. Tebessüm nükteye yakındır, kahkaha leş kokusuna… Herkes bir formalite tamamlıyor işte. Denizin rengi duyguya, horozun neşesi madam fulyaya, kirkorun neşesi yeşil pula… Nükteden formaliteye her çöpü süpürecek akıl yaşlandı. Her sonucun sebebi, her özgürlüğün suçu… Kartalın kanatlarını allı yeşilli boyayıp uçurtma uçurmak türünden bir komedya. Favorisini ölü serçelerle besleyen neşe!.. Yezit avcı…
Ve duygu ve fulya ve pul… Gölgeli sokağın ‘tırkıç’ ardında işmar eden yosmaları…
İnsan bir başka insanı övdüğü kadar büyüyor. Sofra bezi garantisi alan kedi, gülme izni alan madamın uşağı… Acep, övdükçe doyanlara rastladıkça öğürmeyen kimse kaldı mı?
Bizi misaller fazla sevmez. Gölgeli sokaklara çok da yolumuz düşmez hani… Güneşin doğduğu yer ile battığı kat arasında merdiven çıkar dururuz. Adımızdaki anlamlar zor, ağırdır... Çünkü adımız kadar yükümüz ağırdır, çünkü ağır yükleri sırtımızda değil hep başımızda taşırız.
Yazar çizer dedim ya kalem yere düşeli beri ya da parmaklar plastik klavyeyi gagalayalı beri vasıf yerlerde, atıf bir yerlerde!.. Mistisizm gecekondu bacalarının koyu dumanı gibi öksüren evlerin çatısına çöküp kaldı…
Överken bedelini peşinata bağlamış, eleştirirken ecel gibi diklenen gündem bıtkın, ad bir yere devrilmiş, ceset bir başka yere… Ulufe için yeşil yeşil bakan yeni Yeniçeri acep sen neredesin adın nerede? …
Hindistan’da eski bir maymun yakalama taktiği vardır… Tamahın esarete yakınlığına iyi bir misaldir. Aldananında aldatanın vasfı adınada önemli… Birkaç Hintli ormana gelmesiyle başlayan bir hikâye… Ormana gelen bir Hintlilerden biri, elindeki güğümü maymunların göreceği bir şekilde toprağa gömer. Maymunlar pür dikkat, avcılar sakin. Sonra yine onların göreceği biçimde güğümü bir yerine kadar fındıkla doldurur, çekilir pusuya yatarlar. Maymun bir süre sonra sakin ortam huzurundan emin şekilde ağaçtan iner, güğüme kolunu daldırıp avucunu doldurur. Bu kadar!.. Avcılar gelir, dolu avucunu güğümden çıkaramayan maymunu yakalar… Bu misal bütün bir propaganda argümanlarıyla ayakta duran ya da ihtiyaç hisseden insanların yaptığı cins ve soydan… Her tarafına güğüm gömülü bir dünya… Cebine güğüm gömüleninden, diline, seccadesine, yeminine gömülenine …
Hint taktiğiyle yakalanan, eğitilen sonra oynatılanları seyredin ve düşünün… Adına güğüm gömülenler düşünün…
Düşünün ve bir avuç toprak alıp güğümün çukurunu doldurun…
Vesselam…
Oysa isimlerimizdeki manayı yaşasak oda yeterdi… Oysa isim demek ana ödülüydü… Bir parktan koparır gibi koklayıp yere attığımız isimlerimiz. Başımızı sürttüğümüz şu alçak medeniyet tavanlarında fışkırması gereken kıvılcımlar… Yok!.. Oysa herkese adına benzesin diye bir isim kondu… Herkes güneşe böyle çıktı, eşit ve adlı… Sonra!.. Leş kokusu çiçek kokuna karışıp gitti…
Hamit dedi Vatan yahut Silistre’nin yazarı, sana hitap edebilmek için isminden büyük kelime bulamıyorum…Vay!..
Kahkahayla tebessümün farkını çok yazdım. Tebessüm nükteye yakındır, kahkaha leş kokusuna… Herkes bir formalite tamamlıyor işte. Denizin rengi duyguya, horozun neşesi madam fulyaya, kirkorun neşesi yeşil pula… Nükteden formaliteye her çöpü süpürecek akıl yaşlandı. Her sonucun sebebi, her özgürlüğün suçu… Kartalın kanatlarını allı yeşilli boyayıp uçurtma uçurmak türünden bir komedya. Favorisini ölü serçelerle besleyen neşe!.. Yezit avcı…
Ve duygu ve fulya ve pul… Gölgeli sokağın ‘tırkıç’ ardında işmar eden yosmaları…
İnsan bir başka insanı övdüğü kadar büyüyor. Sofra bezi garantisi alan kedi, gülme izni alan madamın uşağı… Acep, övdükçe doyanlara rastladıkça öğürmeyen kimse kaldı mı?
Bizi misaller fazla sevmez. Gölgeli sokaklara çok da yolumuz düşmez hani… Güneşin doğduğu yer ile battığı kat arasında merdiven çıkar dururuz. Adımızdaki anlamlar zor, ağırdır... Çünkü adımız kadar yükümüz ağırdır, çünkü ağır yükleri sırtımızda değil hep başımızda taşırız.
Yazar çizer dedim ya kalem yere düşeli beri ya da parmaklar plastik klavyeyi gagalayalı beri vasıf yerlerde, atıf bir yerlerde!.. Mistisizm gecekondu bacalarının koyu dumanı gibi öksüren evlerin çatısına çöküp kaldı…
Överken bedelini peşinata bağlamış, eleştirirken ecel gibi diklenen gündem bıtkın, ad bir yere devrilmiş, ceset bir başka yere… Ulufe için yeşil yeşil bakan yeni Yeniçeri acep sen neredesin adın nerede? …
Hindistan’da eski bir maymun yakalama taktiği vardır… Tamahın esarete yakınlığına iyi bir misaldir. Aldananında aldatanın vasfı adınada önemli… Birkaç Hintli ormana gelmesiyle başlayan bir hikâye… Ormana gelen bir Hintlilerden biri, elindeki güğümü maymunların göreceği bir şekilde toprağa gömer. Maymunlar pür dikkat, avcılar sakin. Sonra yine onların göreceği biçimde güğümü bir yerine kadar fındıkla doldurur, çekilir pusuya yatarlar. Maymun bir süre sonra sakin ortam huzurundan emin şekilde ağaçtan iner, güğüme kolunu daldırıp avucunu doldurur. Bu kadar!.. Avcılar gelir, dolu avucunu güğümden çıkaramayan maymunu yakalar… Bu misal bütün bir propaganda argümanlarıyla ayakta duran ya da ihtiyaç hisseden insanların yaptığı cins ve soydan… Her tarafına güğüm gömülü bir dünya… Cebine güğüm gömüleninden, diline, seccadesine, yeminine gömülenine …
Hint taktiğiyle yakalanan, eğitilen sonra oynatılanları seyredin ve düşünün… Adına güğüm gömülenler düşünün…
Düşünün ve bir avuç toprak alıp güğümün çukurunu doldurun…
Vesselam…