
BB Erzurumspor hafta sonu maç heyecanımızı azaba dönüştürme ritüellerine devam etmektedir. Takımın başına sonradan getirilen hocaların takımı ve şehri tam sahiplenmemesi, kendilerini beyaz atlı prens gibi hissetmeleri, üst perdeden demeçler vermeleri, maç hakkında, oyun sistemi, kadro tercihleri, hakkında konuşmamaları, bunun hesabını verebilecekleri bir mecranın olmadığı hissi ile hareket ettikleri izlenimini bizlere vermektedir.
Yılmaz Vural Hoca’nın giden Mesut Bakkal Hoca ile çok görüştüğü, onun tavsiyeleri üzerine takımı inşa etmeye çalıştığı, onun kadro tercilerini sahaya sürüp bir iki sevgi sözcüğü ile takımın kötü gidişatını değiştireceği hayaline kapıldığı düşüncesine kapılmaktayız.
Konya ve Gençlerbirliği maçlarındaki kadro tercihi, oyuna müdahale anlamında geç kalması, El Kabir azabını bizlere yaşatması, Aatıf’a daha fazla tolerans tanıması, Darry’yi son saniyede oyuna alması kabul edilebilir bir durum değildir.
Mesut Bakkal Hoca takımın başından ayrılmamış olsaydı acaba kadro tercihinde, oyun anlamında ve de maç sonuçlarında ne değişirdi?
Yılmaz Hoca’nın Türkiye’de insanlara karşı oluşturmuş olduğu bir imajı var. Hoca hırsını imajına kurban etmektedir. Gençlerbirliği maçından sonra maçın kâtil hakemi Suat Arslanboğa hakkında söylemiş olduğu ifadeler, takımın menfaatini dile getirmekten ziyade kendi imajını koruma çabasından başka bir şey değildi. Beşiktaş maçından sonraki demeci biraz daha sert olmasına rağmen, hemen önündeki yan hakemin bütün takdir haklarını Beşiktaş lehine kullanmasına, Cenk’in eli ile oynamış olduğu pozisyonu devam ettirmesine daha sert tepki göstermesi gerekirdi.
Şurası bir gerçek ki hoca değiştirme hiçbir zaman takıma iyi gelmedi, birtakım ikinci veya üçüncü kez hoca değiştiriyorsa, gelen hoca kendisini takımın üzerinde görmekte ve hoca rolünden ziyade abi, ombudsman rollerine bürünmekte, birkaç maç sonra bu roller de toz bulutu gibi ortadan kalkınca takım eski çehresine bürünmektedir.
BB Erzurumspor’un gol yediği anda maçı anlatan Özkan Öztürk adlı spikerin bağırma ile böğürme arasındaki narası insanın sinir katsayısını tavan yaptırmaktadır.
Takımın ligden düşecek durumda olmasını bir dereceye kadar kabullenebiliyoruz. Fakat takıma sonradan gelen hocaların, bazı futbolcuların, görgüsüz, düşüncesiz spikerlerin, federasyonun, Anadolu’nun bir köyünden İstanbul’a giderek orada birkaç torpille bir yerlerde yer edinen seviyesiz yorumcuların bu şehre tepeden bakmalarını bir türlü hazmedememekteyiz.
Bir Hatırlatma:
Amerika’da özelikle büyük medya gruplarında yazı yazan gazeteciler için şu tanımlama yapılmaktadır.
Bu büyük medya gazetecileri eskiden mahallenin çoban köpeğine benzemekteydi. Bunlar mahallede gezer, geceleri mahalleliye zarar vermeye, halkın malını çalmaya çalışan hırsızlara karşı havlar, mahalle halkını korumaya çalışırlardı.
Kapitalist sistemin gelişmesi ve zenginlerin gazeteleri ele geçirmesi ile bu çoban köpekleri küçülerek fino köpeğine dönüştürler. Onlar şimdi kamunun menfaatini değil, sahibinin kucağına çıkarak hav havcık yapan, onun menfaatini korumaya çalışan fino gibi davranmaktadırlar.
Bu durumu Türkiye’de kısmen görmek mümkün olmaktadır. Dün BB Erzurumspor Beşiktaş maçının ardından Türk futbolunda adalet dağıttığını söyleyen bazı çoban köpeklerinin nasıl finolaştığına, Beşiktaş’ı korumak, aklamak adına nasıl hav havcık yaptıklarına şahit olduk.
Yılmaz Vural Hoca’nın giden Mesut Bakkal Hoca ile çok görüştüğü, onun tavsiyeleri üzerine takımı inşa etmeye çalıştığı, onun kadro tercilerini sahaya sürüp bir iki sevgi sözcüğü ile takımın kötü gidişatını değiştireceği hayaline kapıldığı düşüncesine kapılmaktayız.
Konya ve Gençlerbirliği maçlarındaki kadro tercihi, oyuna müdahale anlamında geç kalması, El Kabir azabını bizlere yaşatması, Aatıf’a daha fazla tolerans tanıması, Darry’yi son saniyede oyuna alması kabul edilebilir bir durum değildir.
Mesut Bakkal Hoca takımın başından ayrılmamış olsaydı acaba kadro tercihinde, oyun anlamında ve de maç sonuçlarında ne değişirdi?
Yılmaz Hoca’nın Türkiye’de insanlara karşı oluşturmuş olduğu bir imajı var. Hoca hırsını imajına kurban etmektedir. Gençlerbirliği maçından sonra maçın kâtil hakemi Suat Arslanboğa hakkında söylemiş olduğu ifadeler, takımın menfaatini dile getirmekten ziyade kendi imajını koruma çabasından başka bir şey değildi. Beşiktaş maçından sonraki demeci biraz daha sert olmasına rağmen, hemen önündeki yan hakemin bütün takdir haklarını Beşiktaş lehine kullanmasına, Cenk’in eli ile oynamış olduğu pozisyonu devam ettirmesine daha sert tepki göstermesi gerekirdi.
Şurası bir gerçek ki hoca değiştirme hiçbir zaman takıma iyi gelmedi, birtakım ikinci veya üçüncü kez hoca değiştiriyorsa, gelen hoca kendisini takımın üzerinde görmekte ve hoca rolünden ziyade abi, ombudsman rollerine bürünmekte, birkaç maç sonra bu roller de toz bulutu gibi ortadan kalkınca takım eski çehresine bürünmektedir.
BB Erzurumspor’un gol yediği anda maçı anlatan Özkan Öztürk adlı spikerin bağırma ile böğürme arasındaki narası insanın sinir katsayısını tavan yaptırmaktadır.
Takımın ligden düşecek durumda olmasını bir dereceye kadar kabullenebiliyoruz. Fakat takıma sonradan gelen hocaların, bazı futbolcuların, görgüsüz, düşüncesiz spikerlerin, federasyonun, Anadolu’nun bir köyünden İstanbul’a giderek orada birkaç torpille bir yerlerde yer edinen seviyesiz yorumcuların bu şehre tepeden bakmalarını bir türlü hazmedememekteyiz.
Bir Hatırlatma:
Amerika’da özelikle büyük medya gruplarında yazı yazan gazeteciler için şu tanımlama yapılmaktadır.
Bu büyük medya gazetecileri eskiden mahallenin çoban köpeğine benzemekteydi. Bunlar mahallede gezer, geceleri mahalleliye zarar vermeye, halkın malını çalmaya çalışan hırsızlara karşı havlar, mahalle halkını korumaya çalışırlardı.
Kapitalist sistemin gelişmesi ve zenginlerin gazeteleri ele geçirmesi ile bu çoban köpekleri küçülerek fino köpeğine dönüştürler. Onlar şimdi kamunun menfaatini değil, sahibinin kucağına çıkarak hav havcık yapan, onun menfaatini korumaya çalışan fino gibi davranmaktadırlar.
Bu durumu Türkiye’de kısmen görmek mümkün olmaktadır. Dün BB Erzurumspor Beşiktaş maçının ardından Türk futbolunda adalet dağıttığını söyleyen bazı çoban köpeklerinin nasıl finolaştığına, Beşiktaş’ı korumak, aklamak adına nasıl hav havcık yaptıklarına şahit olduk.