
İfade atlı, his yaya…
Akıl koku aldıkça, göz yönünü çevirir. Tütün dumana hazırlanır, mumun uykusu gelir… Ne çok kuzgun öter şafaklarımızda…
Eşkıyaya çoban çok, kurda sürü…
Ne çok hissimiz vardır tütüne benzer, ne çok insanımız vardır, üzüm yer şarap şişesine benzer... Yemene benzeyen ne çok uzaklarımız vardır içimizde… Büyük harflerle konuşanlar bunu ne anlasın. Kim çınar, kim mezar, ne anlasın kendi uzağından bakan insan…
Avuçlarımız guguk kuşlarının kolladığı yuvalar gibidir. Başkasının keli bizim çadır kuracağımız yaylaya benzer. Boyamaya başladığımız tuvaller soluk tenli insanların tenine benzer. Birileri sürekli kader yazadursun, kaderde bir kaderden mühlet ister… Kaval tatlandırılmış türküleri çalmaz. Rengi kaçmak başka, beyazlamak başka elbet… Ne kadar beyaz damlasa da, ağıran hiçbir baş aynada yaşlanmadı… Farab yollarında katır yuları çeken başta o baştı, mermi boyayacak kanı taşıyan Mehmet’dekide… O yüzden, her inançlının öyküsü beyaz bir sayfa üzerinde kaldı...
İçimizdeki sokaklarda gece bekçilerinin silahı yoktur. İnsanlar vicdan gibi dolaşır, viran gibi uyurlar. Hırsızımız arzularımızla beslenir… Hırsızımız akıl olunca, her arzu vicdanı yemiştir… Çünkü hayatımızda en yasaklı olanlar en hür bırakılan arzularımızdır…
İnsanlara bakarak insan kalamıyoruz işte… Bir gün kabir oluyorlar öte gün ziyaretçi. Bir gün cin kesiliyorlar, öte gün muskacı…
Ya!..
Bu yüzden aynalar yaş günlerinden bihuzurdur. Bu yüzden tohum arayan karıncaları asarlar.
İsimleri küçük harfle yazılan manifestocu çok.. Az anlayan ama çok inanan insan gani.. İki yüzlü insanından yüzsüzlüğe çıkan fikir takipleri… Ağanın atı yorulmasın diye yerine kişneyeninden, yaş günü pastası yerine dilimleneninden, keyifçi yerine şişelenene!.. Daha ne? Sabah bodrumdu, öğlenden sonra kat… Yada, nerede ışık orada bulaşık... Bu kellere boyacı ne yapsın? Abdal ekti, aptal biçti…
İnsanlar saralı notalar gibi… Kimi koroda kimi soloda. Anlat nereye kadar? Gündüz kağıt, gece kalem olup kaldık. Dilekçemizi asla yazamadık, yazdırmadılar… Güneş sakladığımız umutları çalmak için, baharı yasakladılar…
Bir gün çaldırdıkları umutları geri alabileceklere eyvallah...
Bu zor!.. Çünkü onlar gamze kiralar, neşe boğarlar…
Gamze kiralayıp, neşe boğdular..
Asla hikayemizi terk etmedik ama… Kayığa su kiralamadık asla. Efendi olmak için yukarı taş atmadık. Su bizi anladı, gözümüze geldi.. Ses bizi anladı dilimize geldi.. Alev söz verdi, bu sayfalarda kaldıkça yanmayacağız..
Anlıyor musunuz?..
Vesselam..
Akıl koku aldıkça, göz yönünü çevirir. Tütün dumana hazırlanır, mumun uykusu gelir… Ne çok kuzgun öter şafaklarımızda…
Eşkıyaya çoban çok, kurda sürü…
Ne çok hissimiz vardır tütüne benzer, ne çok insanımız vardır, üzüm yer şarap şişesine benzer... Yemene benzeyen ne çok uzaklarımız vardır içimizde… Büyük harflerle konuşanlar bunu ne anlasın. Kim çınar, kim mezar, ne anlasın kendi uzağından bakan insan…
Avuçlarımız guguk kuşlarının kolladığı yuvalar gibidir. Başkasının keli bizim çadır kuracağımız yaylaya benzer. Boyamaya başladığımız tuvaller soluk tenli insanların tenine benzer. Birileri sürekli kader yazadursun, kaderde bir kaderden mühlet ister… Kaval tatlandırılmış türküleri çalmaz. Rengi kaçmak başka, beyazlamak başka elbet… Ne kadar beyaz damlasa da, ağıran hiçbir baş aynada yaşlanmadı… Farab yollarında katır yuları çeken başta o baştı, mermi boyayacak kanı taşıyan Mehmet’dekide… O yüzden, her inançlının öyküsü beyaz bir sayfa üzerinde kaldı...
İçimizdeki sokaklarda gece bekçilerinin silahı yoktur. İnsanlar vicdan gibi dolaşır, viran gibi uyurlar. Hırsızımız arzularımızla beslenir… Hırsızımız akıl olunca, her arzu vicdanı yemiştir… Çünkü hayatımızda en yasaklı olanlar en hür bırakılan arzularımızdır…
İnsanlara bakarak insan kalamıyoruz işte… Bir gün kabir oluyorlar öte gün ziyaretçi. Bir gün cin kesiliyorlar, öte gün muskacı…
Ya!..
Bu yüzden aynalar yaş günlerinden bihuzurdur. Bu yüzden tohum arayan karıncaları asarlar.
İsimleri küçük harfle yazılan manifestocu çok.. Az anlayan ama çok inanan insan gani.. İki yüzlü insanından yüzsüzlüğe çıkan fikir takipleri… Ağanın atı yorulmasın diye yerine kişneyeninden, yaş günü pastası yerine dilimleneninden, keyifçi yerine şişelenene!.. Daha ne? Sabah bodrumdu, öğlenden sonra kat… Yada, nerede ışık orada bulaşık... Bu kellere boyacı ne yapsın? Abdal ekti, aptal biçti…
İnsanlar saralı notalar gibi… Kimi koroda kimi soloda. Anlat nereye kadar? Gündüz kağıt, gece kalem olup kaldık. Dilekçemizi asla yazamadık, yazdırmadılar… Güneş sakladığımız umutları çalmak için, baharı yasakladılar…
Bir gün çaldırdıkları umutları geri alabileceklere eyvallah...
Bu zor!.. Çünkü onlar gamze kiralar, neşe boğarlar…
Gamze kiralayıp, neşe boğdular..
Asla hikayemizi terk etmedik ama… Kayığa su kiralamadık asla. Efendi olmak için yukarı taş atmadık. Su bizi anladı, gözümüze geldi.. Ses bizi anladı dilimize geldi.. Alev söz verdi, bu sayfalarda kaldıkça yanmayacağız..
Anlıyor musunuz?..
Vesselam..