
İnsanımız günde beş defa okunan ezana çok büyük değer vermiş, vaktine göre onu farklı makamlarda okumuş, ezan okunurken ezanın manevî ruhuna göre hareket etmeye çalışmışlardır. Ezanı ilk okuyan Bilal-i Habeşi’dir ki onun tercih edilmesinde sesinin güzelliği etkili olmuştur. Kuranıkerim gibi belagat mucizesi ilahî bir kitaba muhatap olan kişilerin ezanı sıradan bir sesle işitmeleri çok abes bir durum olurdu. İslam aleminde ezana güzellik katma anlayışı daha sonraki dönemlerde devam etmiştir.
Ezanın yüksek yerlerde okunması, ezan okuyacak kişinin sesinin gür ve güzel olması, kişilerin ezanı duyduklarında ona saygı göstermesi, ezana verilen önemi göstermektedir. Ezana sadece dinleyen kişilerin değil okuyanların da halkın kalbini kazanacak tarzda okumaya özen göstermesi gerekmektedir.
Günümüzde bazı camilerde ezan okuyanların sesinde bir uyum, bir güzellik bulunmasına rağmen, birçok camide okunan ezanların manevi havasının müezzinin sesine yansımadığı, bazı müezzinlerin ezanı hoyrat bir şekilde okuduğu görülmektedir.
Osmanlı döneminde kötü sesli müezzinlere insanlar fazla tahammül edemez, müezzinin ezanı kötü okumasını kendilerine dert edinirlerdi. Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan on altıncı yüzyıl şairi Bâkî’nin lakabı kargazâdedir. Müezzin olan Bâkî’nin babasının sesi çirkin olduğu ve o çirkin sesle ezan okuduğu için halk ona karga lakabı takmış, bu da yetmezmiş gibi onun oğlu Bâkî’ye de kargazâde demişlerdir.
Türkiye’de bazı camilerin gerek hoparlörlerinin yankı yapması ve gerekse müezzinlerin eğitimsiz ve güzel olmayan sesleri ile ezan okumaları musiki kulağı olan, estetik duyarlığı gelişmiş insanları rahatsız etmektedir. Buradaki rahatsızlık ezandan değil, ezanın okunuşundaki samimiyetsizlik ve sorumsuzluktan kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde en çok dinlenen, gençlerin en fazla itibar ettiği sanatçıların seslerine, yorumlarına ve seviyelerine baktığımızda, Türkiye’deki musiki kültünün, kulak zevkinin yerlerde süründüğünü, müezzinlerimizin de bu kültünden nasibini aldığını görmekteyiz.
Ülkemizdeki üniversiteler içinde milletinin kültürüne en uzak bölümler musiki bölümleridir. Türkiye’de üniversitelerde altmış üçe yakın musiki bölümü bulunmasına rağmen bu bölümlerin birçoğunun derdi halka Batı müziğini tanıtmak, onun borazanlığını yapmaya çalışmak olmuştur. Onların bu yörüngesizliği zamanla halkın musiki kültürüne yansımış, halkımızın musiki kulağı, estetik duyarlığı tam gelişmemiştir. İlahiyat fakültelerinin dinî musiki bölümleri de kendi kabuğuna çekilerek halkla bağlantılarını koparmıştır. Bu durumdan müezzinlerimiz de etkilenmişlerdir.
İnsanların ezana hürmet göstermediği ortamının birinci sorumlusunun o bölgede ezanı okuyan müezzinlerin olduğu unutulmamalıdır.
Sâdî’den Bir Hikâye
Köyün birinde çirkin sesli bir müezzin vardı, günde beş vakit ezan okur, çirkin sesi ile insanları rahatsız ederdi. Bu duruma tahammülü kalmayan köyün ağası,
Hocam sen yılda kaç para kazanıyorsun, diye sordu,
- Müezzin: Beş yüz akçe
- Ağa: al sana bin akçe, çık git bu köyden, dedi.
Müezzin parayı aldı ve köyü terk etti.
Bir zaman sonra köye geri dönen Müezzin, Ağa’nın yanına giderek:
- Ağam siz bana haksızlık yapmışsınız, sizin köyden sonra müezzinlik yaptığım köyün ağası o köyü terk etmem için bana iki bin akçe verdi.
Ezanın yüksek yerlerde okunması, ezan okuyacak kişinin sesinin gür ve güzel olması, kişilerin ezanı duyduklarında ona saygı göstermesi, ezana verilen önemi göstermektedir. Ezana sadece dinleyen kişilerin değil okuyanların da halkın kalbini kazanacak tarzda okumaya özen göstermesi gerekmektedir.
Günümüzde bazı camilerde ezan okuyanların sesinde bir uyum, bir güzellik bulunmasına rağmen, birçok camide okunan ezanların manevi havasının müezzinin sesine yansımadığı, bazı müezzinlerin ezanı hoyrat bir şekilde okuduğu görülmektedir.
Osmanlı döneminde kötü sesli müezzinlere insanlar fazla tahammül edemez, müezzinin ezanı kötü okumasını kendilerine dert edinirlerdi. Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan on altıncı yüzyıl şairi Bâkî’nin lakabı kargazâdedir. Müezzin olan Bâkî’nin babasının sesi çirkin olduğu ve o çirkin sesle ezan okuduğu için halk ona karga lakabı takmış, bu da yetmezmiş gibi onun oğlu Bâkî’ye de kargazâde demişlerdir.
Türkiye’de bazı camilerin gerek hoparlörlerinin yankı yapması ve gerekse müezzinlerin eğitimsiz ve güzel olmayan sesleri ile ezan okumaları musiki kulağı olan, estetik duyarlığı gelişmiş insanları rahatsız etmektedir. Buradaki rahatsızlık ezandan değil, ezanın okunuşundaki samimiyetsizlik ve sorumsuzluktan kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde en çok dinlenen, gençlerin en fazla itibar ettiği sanatçıların seslerine, yorumlarına ve seviyelerine baktığımızda, Türkiye’deki musiki kültünün, kulak zevkinin yerlerde süründüğünü, müezzinlerimizin de bu kültünden nasibini aldığını görmekteyiz.
Ülkemizdeki üniversiteler içinde milletinin kültürüne en uzak bölümler musiki bölümleridir. Türkiye’de üniversitelerde altmış üçe yakın musiki bölümü bulunmasına rağmen bu bölümlerin birçoğunun derdi halka Batı müziğini tanıtmak, onun borazanlığını yapmaya çalışmak olmuştur. Onların bu yörüngesizliği zamanla halkın musiki kültürüne yansımış, halkımızın musiki kulağı, estetik duyarlığı tam gelişmemiştir. İlahiyat fakültelerinin dinî musiki bölümleri de kendi kabuğuna çekilerek halkla bağlantılarını koparmıştır. Bu durumdan müezzinlerimiz de etkilenmişlerdir.
İnsanların ezana hürmet göstermediği ortamının birinci sorumlusunun o bölgede ezanı okuyan müezzinlerin olduğu unutulmamalıdır.
Sâdî’den Bir Hikâye
Köyün birinde çirkin sesli bir müezzin vardı, günde beş vakit ezan okur, çirkin sesi ile insanları rahatsız ederdi. Bu duruma tahammülü kalmayan köyün ağası,
Hocam sen yılda kaç para kazanıyorsun, diye sordu,
- Müezzin: Beş yüz akçe
- Ağa: al sana bin akçe, çık git bu köyden, dedi.
Müezzin parayı aldı ve köyü terk etti.
Bir zaman sonra köye geri dönen Müezzin, Ağa’nın yanına giderek:
- Ağam siz bana haksızlık yapmışsınız, sizin köyden sonra müezzinlik yaptığım köyün ağası o köyü terk etmem için bana iki bin akçe verdi.