Tarih yalnızca kitaplarda yazılanlardan ibaret değildir. Bazen bir mezar taşı, bir isimlik, bir dua, geçmişi geleceğe bağlayan en güçlü köprüdür. Fakat bu köprü yıkıldığında, milletin hafızasında da boşluklar oluşur. Erzurum’un Taşkaynak köyünde, Keyvanklı Hüseyin Ağa’nın neredeyse silinmiş mezarı bu sessiz yıkımın çarpıcı örneklerinden biridir.
Bir mezar kaybolduğunda, sadece bir bedenin yeri değil, o kişinin hikâyesi de toprağın altında unutulur. Taşın üzerindeki isim silinince, hatıralar da silinir. Geriye kalanlar yalnızca “bir zamanlar biri vardı” cümlesinden ibarettir.
Oysa ki bu topraklar, mücadelelerle yoğrulmuş insanların yattığı kutsal alanlardır. Hüseyin Ağa gibi 93 Harbi’nde savaşan, halkı örgütleyen, köyünü savunan, yoksulluğun ve yokluğun içinde bir direniş ruhu kuran insanların mezarları, sadece bir defin yeri değil; aynı zamanda birer tarihî belgedir. Her mezar taşı, gelecek kuşaklara bir şey anlatır: “Burada kim yaşamıştı, nasıl yaşamıştı ve ne için mücadele etmişti?”
Mezarlar, milletlerin hafıza haritalarıdır. Ama bu harita zamanla bozulursa, yönümüzü şaşırırız. Kimi zaman bir taşın eksikliği, bir neslin geçmişini tanıyamamasına neden olur. Bugün pek çok köyde, adı bile bilinmeyen mezarlar arasında kimlerin yattığına dair bilgi kalmamıştır. Bu da, tarihimizin halk katmanındaki bağlarını koparır.
Oysa unutulan bir mezar, unutulan bir kahramandır. Ve unutulan kahramanlar, bir milletin geleceğinde eksik kalan tuğlalardır.
Bu nedenle mezarlar yalnızca ailelerin değil, toplumun da ortak sorumluluğundadır. Devletin ve yerel yönetimlerin bu alanlara sahip çıkması kadar, halkın da geçmişe duyarlı olması gerekir. Unutulmuş bir mezar bazen bir çocuğun zihninde kıvılcıma dönüşür. O kıvılcım tarih bilinci olur, kimlik olur.
Eğer bir gün Taşkaynak’ta Hüseyin Ağa’nın mezarını tamamen kaybedersek, bu sadece taş kaybı değil; anlatacak bir hikâyeyi, öğretecek bir dersi, aktaracak bir mirası da kaybetmek olur.
Unutmayalım:
> “Bir millet, mezarlarına gösterdiği özen kadar yaşatır tarihini.”