Okulların kapanmasına günler kala, insanın içinde garip bir duygu belirir. Çocuklar için bu duygu heyecan ve sevinçtir belki ama büyüklerin içinde başka bir şey kıpırdanır: Hatıralar. Sadece sıralar, tahtalar, koridorlar değil; yazlık defterler, cami avluları, tozlu yollar, evlerin kapı zilleri de hatırlanır böyle zamanlarda.
Benim için bu mevsimin sesi, Tahta Camii’nden gelir.
Bir dönem biz orada Cemal Hoca’dan ders aldık. Mütevazı duruşuyla hafızamda yer eden bir insandı. Tahta Camii’nin içindeki serinlik, ahşabın kokusu ve çocuk sesleri hâlâ kulaklarımda. Orada sadece okumayı değil, dinlemeyi ve susmayı da öğrendik.
Sonra Emine Hoca’nın evinde bulduk kendimizi. Şimdi Karayolları TOKİ’ye giden yolda, Hasan-ı Basri Türbesi’nin altındaki sıra evlerden birindeydi. Dışarıdan bakıldığında tek katlı gibi görünürdü ama içine girdiğinizde iki katlı bir dünya açılırdı önünüze. Haftanın her günü ders olurdu. Bizim için o ev bir okul, bir medrese, bir neş’e yuvasıydı. Evin zili çalındığında içeriden gelen sesler yüreğimizi ısıtırdı.
Emine Hoca, biraz kilolu ama bir o kadar sempatikti. Ders verirken ciddiydi, yerinde müdahaleler yapar, yanlışları affetmezdi. Ama bir tebessümüyle tüm sınıfı kuş gibi hafifletirdi. Kur’an-ı Kerim’i ondan öğrendim. Elif’ten başlayıp elif gibi durmayı da.
Ve bir de Hacı Baba vardı. Sakallı, sessiz, tonton bir dedemizdi. Bazen dersten sonra yolun alt başındaki damadının tüp dükkânına uğrardı. Yavaş yürür, az konuşur, çok dua ederdi. Onun varlığıyla dersin havası değişirdi. Biz onunla huzurun ne demek olduğunu öğrendik.
Yaz bitse de biz derslere devam ederdik. O günlerde bu iş bir görev değil, gönül işiydi. Yıllar sonra Emine Hoca Yenişehir’e taşındı. Biz de bir süre o eve devam ettik. O evin zili çalındığında içimizde yine aynı sevinç çalardı. Ne güzel günlerdi…
Bugün dönüp bakınca fark ediyorum: Biz o günlerde sadece dini eğitim almadık. Biz terbiyeyi, sabrı, dikkatli olmayı, sözün kıymetini de öğrendik. Kelimeler de bize başka şeyler söylüyordu. “Kıraat” yalnızca okumak değildi, anlamaktı. “Tenezzül” bir zarafetti. “Terbiye” sadece sofrada aranmazdı; davranışta, sohbette, bakışta da aranırdı.
Bugün bu kelimeleri pek kimse kullanmıyor. Ama onları yaşatan insanlar hâlâ içimizde yaşıyor. Bir evin ziliyle hatırladığımız o sesler, belki de bize kaybettiklerimizi fısıldıyor.
Allah razı olsun hepsinden. Rahmet olsun gidenlerin üzerine.
güzel bir yaklaşım