“Artık onlara aldırma. Davete uymamalarından dolayı sen kınanacak değilsin.” (Zâriyât – 54)
Zâriyât suresinin 55-60’nci ayetlerinde ise, “Sen yine de öğüt ver; çünkü öğüt müminlere fayda verir. Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum; Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan, Allah’tır. Zulmedenlerin, geçmişlerinin payı gibi, azaptan bir payları vardır! O halde acele etmesinler! Başlarına gelecek acı günlerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!” tembihi ve uyarısı yer almaktadır.
Peygamberlerin vazifesi, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını etki alanındaki kimselere ‘öğüt’ olarak tebliğ etmektir. Dini tebliğ Kur’an’ın muhataba aktarılmasıdır; bu, zorunludur; yapılmazsa sadece peygamberler değil, tüm inananlar sorumlu olurlar.
Rabbimiz, ‘Biz cinleri ve insanları Bana kulluk etsinler diye yarattım,” buyuruyor. Kulluk nedir, nasıl yapılacaktır? Cevabı kendisine kulluk yapılmasını emreden Rabbimiz vermiştir. İşte, son nebi Hz. Muhammed (sav) ve son ilahi kitap Hazreti Kur’an, bu vazifeyi, tüm insanlık için yapmışlardır.
Resulallah, ahirete intikal etmiştir, fakat Rabbimizin Kelam-ı Kadimi, kıyamete kadar insanlıkla birliktedir. Kur’an, Türkiye gibi, Arapça bilmeyen toplumlarda daha çok metin olarak okunmaktadır. Oysa Rabbimiz, her milletin kendi lisanında Kur’an’ı anlamasını istemektedir. Mealler ve tefsirler bunun için yapıldı, yapılıyor. Kur’an okuyan kişi manaya intikal edemezse, Rabbimize kulluk yapmak kolay olmayacaktır. Yerleşmiş bazı kültürel ritüelleri (kandil, bayram, cuma) kutlamakla dindarlık ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Gerçekte ise toplum laik bir anlayışla hayatını yaşamaya devam ediyor. Haramı helal gibi gören yaşantı herhalde kulluk sayılmayacaktır.
Türkiye, bir hafız üretim merkezi gibidir. Yüz binlerce gencimiz hafız olarak yetiştirildi ve yetiştirilmeye devam edilmektedir; fakat sıra ezberlenenin ne içerdiği, ayetlerin insana nasıl bir kulluk sorumluluğu yüklediği gibi temel ve hayati konulara gelince, lafızdan manaya geçilemediğinden, nesiller gittikçe, dini ve dini hayatın önemini anlamaktan uzaklaşmaktadır.
Dini hayatı mümkün kılacak olan Kur’an-ı Kerim’i açık bir şekilde kitlelere anlatmaktır. Eğer, bu vazife yapılır ve buna rağmen insanlar dine kayıtsız kalmayı tercih ederlerse, artık ıslahçıya / öğütçüye/ düşen dini isteyene anlatmak ve dine arkasını dönenlerden uzaklaşmaktır. Ayetlerde görüldüğü üzere, Rabbimiz, İslam’dan yüz çevirenlerden (dini inkâr edenlerden) yüz çevrilmesini bir yöntem olarak açıklamaktadır.
Sonuç: Öte yandan isteyenlere (müminler) dini öğüt verilmeye devam edilmelidir. “Öğüt ver; zira öğüt müminlere fayda verir…” uyarısı kıyamete kadar devam edecektir. Dinî nasihat, kuru toprağa yağan yağmur gibidir; müminin çoraklaşmış yüreği, bir bakmışsınız, öğütçünün tesirli sözleriyle, canlanmaya başlamıştır. Ateistlerle vb. keskin inançlı kimselerle din adına tartışmaya girmeye de gerek yoktur. Onların sorularına cevap verilmeli fakat tartışmaktan kaçınılmalıdır; çünkü inanmamakta inat eden kimselerin kalp sistemi kapandığından, Kuranî mana o kalplere ulaşamaya bilir. O halde, dini isteyene anlatmak gerekir.