Ahmet Dede, 4 Aralık 1938 tarihinde hayata gözlerini yumar. Soyadı Sakat olan bu köklü aile, nesiller boyu süren ilginç bir kaderin taşıyıcısıdır. Ahmet Dede'nin babası Yusuf, kendisi Ahmet, oğlu Selahattin, torunu Sebahattin ve onun oğlu Sedat… Her biri kendi kuşağının tek erkek evladıdır. Yıllardır bu soy, her kuşakta sadece bir erkek çocukla devam etmiştir. Bu durum hem aile içinde bir gurur vesilesi olmuş hem de her doğan erkek çocuk, adeta kutsal bir emanet gibi görülmüştür.
Ahmet Dede, sade yaşamı ve dürüstlüğüyle çevresinin sevgisini kazanmış; helal kazancın, vatan sevgisinin ve aile sadakatinin timsali olmuştur. Hayatını doğduğu topraklara, köyü Erçik’e ve ailesine adamış bir Anadolu çınarıdır.
Oğlu Selahattin ise geçimini garsonluk yaparak sağlar. Mütevazı ama onurlu bir yaşam sürer. Eşi Ganime Hanım, Çırçır Mahallesi'nde tanınan, sevilen bir ebedir. İnsanların dünyaya gelişine şahitlik eden bu zarif kadın, yeri geldiğinde hem annenin duası hem de doğacak çocuğun ilk nefesi olur.
Selahattin ve Ganime çiftinin de yalnızca bir erkek çocuğu olur: Sebahattin. Aile için bu çocuk bir miras, bir umut, bir nesil köprüsüdür. Fakat hayat, bazen en ağır imtihanları en değerli emanetler üzerinden verir…
Bir kış günü, sobanın üzerinde kaynayan su kazayla devrilir. Sebahattin sobanın yanında uykudadır. İsmet Nine geçerken yanlışlıkla sobaya çarpar ve kaynar su Sebahattin’in üzerine dökülür. Küçük çocuk acı içinde hastaneye kaldırılırken, evin üstüne kara bir gölge düşer.
İsmet Nine'nin yüreği paramparçadır. Gözyaşlarıyla birlikte duaları semaya yükselir. Bir yandan da oğlu Selahattin'in vereceği tepkiyi düşünür. Çünkü yanık çocuğun yüzü, geleceğe dair umutları, ailenin tek erkek evladıdır.
Selahattin eve döndüğünde annesini köşeye sinmiş, elleri dua için göğe kalkmış hâlde bulur. İsmet Nine, boğuk bir sesle şöyle der:
“Oğul... Rabbim sana bir erkek evlat verdi, ben de onu yaktım…”
Selahattin, annesinin bu sözleri karşısında yutkunur, başını eğer. Sonra büyük bir tevekkülle konuşur:
“Ana... Allah verdi, Allah alır. Ömrü varsa yaşar. Sen bunu isteyerek yapmadın ya… Gönlünü ferah tut.”
Bu sözler üzerine İsmet Nine’nin gözlerinden yaşlar süzülürken ellerini bir kez daha açar:
“Rabbim... Bu oğlum beni incitmedi. Sen de onun yavrusunu ona bağışla...”
İşte o gün, Allah'ın izniyle kurtarılan o çocuk, Sebahattin, bugün hâlâ hayattadır ve bu yaşanmış hikâyeyi bize anlatan kişidir.
Bu hadise, Kur’an-ı Kerim’in şu ayetini adeta canlandırır:
"Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara 'öf' bile deme, onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle."
(İsra Suresi, 23. Ayet)
Selahattin’in annesine karşı gösterdiği saygı ve sabır, Allah’ın emrine teslim olmuş bir kalbin göstergesidir. Bu hikâye, sadece bir ailenin yaşadıklarını değil; aynı zamanda Anadolu insanının kalbindeki iman, sabır ve ana-baba sevgisini anlatır.