Öncelikle ifade etmeliyim ki, üzerinden 100 yıl geçmesine karşın doğru dürüst anlatılamamış ve anlaşılmamış bir meseledir “Şeyh Sait” hadisesi. İsyanın başlaması üzerine dahi ortak payda sağlanamamıştır. Halk dilinde, suçlu peşindeki jandarmanın o sırada düğünde kızları ve kadınları taciz etmesi üzerine olayların başladığı iddiası yaygındır.
Hadisenin özü ise; Şeyh Sait Piran'da kardeşi Abdülrahim'in evinde konuk bulunduğu 13 Şubat 1925 günü yanındaki adamlardan ikisinin firari mahkum olduğu ve hükümet tarafından takip edilmekte bulunduğunun anlaşılması üzerine, bunların teslimini isteyen hükümet jandarmaları reddedilmiş ve hükümetin emrine karşı mukavemet ve silahla mukabelede bulunulmuştu. Bu direnmede iki jandarma yaralanmış, diğer erler ve subay esir edilmişti.
Musul Meselesi!
İsyanın Nasturi ayaklanmasının ardından ve bu isyanı bastırmak için görevli askeri birliklerden bazı subayların çok sayıda Er’i de kandırarak firar etmeleri, erlerin daha sonra birliklerine geri dönmeleri, aldatıldıklarını beyanları ile Ankara hükümetinin konu üzerine daha dikkatli eğilmesine neden olmuştur.
Lozan Barış Antlaşması’nda çözülemeyen ve sonraya bırakılan Musul meselesinin bu olaylardan bağımsız olduğunu söylemek çok zor. Ankara hükümeti, Musul’un Misak-ı Milli sınırları içerisinde olduğunu ve kendilerine verilmesini istemektedir. İngilizlerin ise bunu niyetleri yoktur. Mesele Milletler Cemiyeti’ne intikal etmiş, İngilizler bölge halkının Türkiye’ye meyilli olduklarını görmeleri üzerine böyle bir süreç yaşanmıştır.
“Musul meselesinin iki taraflı halli için 1924'te İstanbul'da toplanan Türk - İngiliz Konferansı bu zıt anlayış dolayısıyla olumlu bir sonuca varamamış ve mesele Milletler Cemiyetine götürülmüştü.
Dava, Musul halkının hangi tarafı tercih ettiğinin tespiti idi. Türkiye, Musul halkının Kürt olması ve Kürt çoğunluğunun da Türk idaresinde bulunması sebebiyle, keza, ırk, din ve milliyet bakımlarından Musul'un mülhakatı ile birlikte Türkiye'ye verilmesi ve bu görüşün gerekirse bir soruşturma komisyonunun yerinde yapacağı kontrol suretiyle ispatlanabileceği tezini savunuyordu. Çeşitli fikirlerin karşılaşması sonunda, Milletler Cemiyeti meselenin milletlerarası bir komisyonun gözleminde yapılacak plebisite göre halline karar verdi. Her ne kadar iktisadi bağlantı düşünceleri Musul'un Bağdat'a bağlı kalmasını gerektiriyor gibi görünüyorsa da, yerli halkın ırk, din ve milliyet esasları bakımından oylarını Türkiye lehine kullanması ihtimali pek kuvvetli idi.” (Kaynak: T. C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları. Seri No:8)
Ne olduysa o saatten sonra oldu!
İngilizlerin kışkırtması ile başlayan ve kendi sevk ve idarelerinde kuvvet kullanarak destekledikleri Nasturi ayaklanmasına karşı o günün çok güç şartları içinde yapılan tenkil (bastırma) harekatı, ayaklananlar üzerinde kesin sonuca 'Ulaşamamış ve asilerin çoğu hudut dışına kaçmışlardı. Aslında, İngilizlerin Musul dolayısıyla açtıkları bu mesele siyasi ve askeri çok çetin mücadeleler sonunda tarafların kısmen lehlerinde kabul ettikleri bir hattın iki tarafına çekilmekle halledilmiş kabul edildi. Gerçekte Türk kuvvetleri, ne asiler üzerinde ve ne de Musul meselesinin nihai çözümüne etkili olacak bir başarı elde ede bildiler.
Bu isyan sürecinde Türk Ordusu içerisinde yer alan ve gizli cemiyet üyesi Kürt subayların firarını da beraberinde getirdi. Bu süreç Şeyh Said isyanıyla devam etti.
Nasturi ayaklanması için görevlendirilen birliklerden bazı subayların firar etmesi, bunların sınırın ötesine geçip İngilizlere katılımları Ankara’nın var olan bazı emarelerin üzerine ciddiyetle gitmesine neden oldu. İngilizlere katılan bu subayların yurt içinde bazı kişilerle haberleştikleri istihbaratları üzerine ‘Hıyaneti Vataniye ve Harbiye’ sanıkları için “Bitlis'te teşkil edilmiş bulunan Harp Divanına verilmişler ve haklarında sorgulamaya başlanmıştı. Şeyh Said’de bu divana dinlenmek için çağrılmıştı.