Apaçık milat gibi, kendisinden sonrasını neredeyse her ayrıntısıyla yeniden biçimlendiren Covid-19 pandemisinin hayatımızda neleri, nasıl, ne kadar değiştirdiğini henüz tam olarak bilmediğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla bu değişimin boyutlarına veya derinliğine dair keşfimizin bir süre daha devam edeceğini var sayıyorum.
Ve bunu (değişimin her sahadaki etkilerini) öğrenemezsek ‘yaşadığımız yılda kalacağımıza’ inanıyorum.
Sınıfta kalmaktan farksız bir şey bu.
★★
Ülke sınırlarını adeta ışık hızıyla aşarak küresel düzeye ulaşan ‘ekonomideki negatif değişim ve çöküş’ başta olmak üzere; sağlık politikalarından sosyal güvenlik yaklaşımlarına, güvenlikten turizme, demografik düzeni alt üst eden yeni göç dalgalarından mücadele edilmesi gereken yeni önyargılara, uluslararası ilişkilerin terör gerekçesi ekseninde başkalaşım geçiren ve çok daha muğlaklaşan prensiplerinden sıcak veya soğuk çatışmaların değişen dinamiklerine, altını artık kırmızı kalemle çizdiğimiz tarım politikalarından sanayileşmiş ülkelerin artık devasa düzeyde artan enerji taleplerine, atmosferdeki kirlilikten iklim değişimine ve baş edilemez doğal afetlere; genel siyasetten ülkelerin iç dinamiklerine ve yükselen aşırı milliyetçi akımlara; değişen istihdam düzeninden çöküşe sürüklenen sosyal güvenlik sistemlerine kadar istisnasız her sahada, bilinen tüm parametreler ve toleranslar değişime uğradı. Bu değişim çarpıcı bir hızla sürüyor ve kuvvetle muhtemel, büyük bir çarpışmaya veya yüzleşmeye kadar da yine artan bir ivmeyle, daha da hızlanarak ve yaygınlaşarak sürecek...
Dünyanın yeni kutuplarını bulmasıyla sonuçlanacak o çarpışma hangi kıvılcımla, ne zaman olur, bu zincirleme reaksiyon ne zaman ve nasıl son bulur; yoksa zaten çarpıştık da tozun dinmesini mi bekliyoruz, bunlar ayrı konular; ama şimdi bütün diğer konularla bağlantılı olabilecek, bir bakıma onların tümünü açıklama ve sonuçlarını değiştirme potansiyeline sahip oldukça değerli bir soruyla karşı karşıyayız:
Eğitim, okullar, dengelerin ve kutupların alt üst olduğu bu değişimin dışında kalabilir mi?
Yanıtın ‘Hayır!’ olduğunu galiba herkes biliyor; ama artçı sorulara herkes aynı yanıtı vermeyebilir:
Madem eğitim değişimin dışında kalamıyor öyleyse bu sektörde ne, nasıl değişiyor? Eğitimdeki değişimin tanısını ve yarar/zarar bağlamında objektif değerlendirmesini -mesela yozlaşmanın veya iyileşmenin boyutlarını- kim belirliyor? Kim, nasıl ölçüyor?
Peki sonuçta ne yapmak gerekiyor?
Ve yani eğitimde değişimi kontrol edebilmek ve yönetebilmek için hangi ipe veya iplere sarılmak, buna karşın hangi alışkanlıklardan kurtulmak gerekiyor?
Görünürde Türkiye’de bu soruların yanıtlarını arayan en üst iki merci Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu ile Milli Eğitim Bakanlığı.
Bakanlığın bu doğrultuda çalışan bir alt birimi var: Eğitim Politikaları Daire Başkanlığı
Hiyerarşik dizinde bu üst organları, aşağıya indikçe sayısı yüzlerle ifade edilebilecek sivil toplum kuruluşu ve konuyla ilgili kurumlar, kuruluşlar izliyor: Dernekler, vakıflar, siyasi partiler, üniversiteler...
Fakat biliyor musunuz, birkaç avangart bilim insanını, marjinal birkaç akademisyeni, yazarı veya fütüristi saymazsanız içinde debelendiğimiz akıl almaz değişimin ne doğru dürüst bir tanımı var ne de bu değişimle nasıl baş edileceğine dair detaylandırılmış bir yaklaşım veya öngörü!
Yani birçok alanda olduğu gibi ‘eğitimdeki değişim veya değişen dünyada eğitim’ konusunda da ünvanlandırılmış onca kişiye, bütçe sağlanmış onca kuruma, masaya ve ilgi bekleyen onca dosyaya rağmen henüz duruma dair sağlam bir tanı bile koyabilmiş değiliz.
Halbuki başta da azıcık açmaya çalıştığım gibi fırtınanın gözü gibi değişimin de tam gözündeyiz şu anda. Belki daha da hızlanacak ama kesinlikle uzun sürecek bir değişim bu...
Kurumlara haksız eleştiri yaptığımı düşünüyor olabilirsiniz. Ama beni kaygıya iten şu durumları siz de görün ve iyi düşünün lütfen:
Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu en son ne zaman toplandı, neyi ele aldı ve hangi açıklamayı yaptı?
Milli Eğitim Bakanlığı -ya da daha spesifik olarak Eğitim Politikaları Daire Başkanlığı- şu anda tüm dünyada eğitim sistemlerine ve sosyal yaşama etkisi kırmızı alarm düzeyinde ele alınan ve tabiri caizse ‘daha bebekken riskleri görülüp ehlileştirme yolları araştırılan’ AI’ı (Artificial İntelligence; Türkçesiyle Yapay Zekayı), resmi web sitesinde duyurduğu dört misyonun (mevzuat ve hukuk; öğretmenlik alanları atama ve ders okutma esasları; denklik; sekretarya) içerisine; nasıl, hangi duyarlılıkla dahil etti; bunu kılcallara (okullara) nasıl iletti? Ya da iletti mi?
Ya üniversiteler? Aralarında Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi’nin de bulunduğu 23 araştırma üniversitesi; bu bağlamda nasıl bir araştırma sürdürüyor; onların mesela Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu ile iletişimi ne durumda?
Ya dernekler, vakıflar, siyasi partiler?
Tabii ki sadece AI perspektifinde değil, pandemi sonrası alt üst olmuş çok daha geniş bir sahada ‘değişim ve eğitim’ vurgusunu tutarlıca birleştiren, o yolla bir projeksiyon yapabilen, çıkış öneren çok şey duyuyorsanız, çok şey öğrenebiliyorsanız; sizce bunlar sağlam bir enformasyonla topluma düzenli biçimde veya gereğince iletiliyorsa; yine iletilenler akla yatkınsa; kararlar okullara, sınıflara ulaşabiliyorsa; keşifler uygulamalara yansıtılabiliyorsa ne ala! Sorun yok demektir.
Ama ben, akşam mesaim dahil gününün en az on iki saatini eğitime odaklanarak geçiren biri, bir eğitim yöneticisi olarak maalesef öyle bir durumu gözlemleyemiyorum.
Asıl söylemek istediğim de işte tam bununla ilgili: ‘Eğitim alanına uyarlanmış spesifik değişim mühendisliğine ihtiyacımız var fakat onca kuruma, kurula, otoriteye rağmen ortada bir şey yok!’.
Hani dikkate değer bazı sempozyumlarda aklı selim eğitimcilerin öne sürdükleri bazı çok çarpıcı tezler olsa da bu bağlamda kurumların organize olamaması, tanıları ve önerileri enformasyona dönüştürememesi nedeniyle o tespit ve teşhisler de bir yere varamıyor. Umut verici notlar şerhiyle kaydedip arada bir hatırlıyoruz onları.
Maalesef!
Sayın Yazar, değişim diyorsunuz da Sayın Bakan, bu değişimi yaptı. Bilime, akıla, müspet bilime, laboratuara, deneye karşı olan dogmatik inançlarla yüklü olan, tarikat ve cemaatlere, vakıflara, tekke ve zaviyelere, hiçbir pedagojik formasyonu olmayanlara okulları, teslim etti. İşte size değişim, daha ne istiyorsunuz. Bundan iki ay önce PİSA raporlari açıklandı. Eğitimimizin nasıl yerlerde süründügünü gördük. Bilim, okuma ve matematikte, OECD ülkeleri içerisinde yine sondan ikinci sıradayız. Bu gelişen, değişen teknolojik, dijital çağda, onlarla rekabet yerine dogmatik inançlara, ülke eğitimini teslim edersen sonuç böyle hüsran olur. Çocuklar okuduğunu anlamıyor, kendilerini ifade edemiyor. Bunu başaran, Finlandiya, G. Kore, Japonya vb. Ülkelerini örnek almak yerine halen çağ dışı insanlara , bel bağlayıp, medet ummak, akıl kârı değil akıl tutulmasıdır. Bu eğitimi kim kurtaracak ?.. Bunlar mı ?.. hah hah hah !..Selamlar.