Yargılama sonunda hak ve nefasete uygun kararlar verilmesi adil yargılamanın elbette ki olmazsa olmaz unsurdur. Ancak bu hak ve nefasete uygun kararın makul sürede verilmesi de büyük önem arz etmektedir. Geciken bir adalette, gerçek bir adaletten bahsedilemeyeceği her zaman vurgulanan bir deyimdir. Adil yargılanma hakkı uluslararası sözleşmeler bakımından ayrı bir önem arz ediyor olup, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi bakımından da güvence altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını incelediğimizde yargılamaya konu olayların hiç azımsanmayacak kısmını makul sürede bitmeyen yargılamaların oluşturduğunu görmekteyiz. Aynı durumun Anayasa Mahkemesine konu kararlar bakımından da geçerli olduğunu görmekteyiz. Uzayan yargı sistemi toplumun adalet sistemini sorgulamasına yol açmaktadır. Uzayan her yargılama hem maddi hem de manevi olarak yargılamanın taraflarını zarara uğratmaktadır. Dava masrafları artacak, dava sonunda elde edilmesi düşünülen kazanımlar zaman geçtikçe azalacaktır. Bu durumun hukuk davaları, ceza davaları ve idari yargıda görülen davalar için makul süre ayrı bir öneme sahiptir. Örneğin ceza davaları bakımından taraflardan biri belki de gereksiz şekilde töhmet altında kalmaktadır. Yine ceza davaları bakımından davanın niteliğine göre birtakım tedbirler alınmakta ve bu tedbirlerden bazıları kişilerin özgürlüklerini kısıtlayabilmektedir. Tutuklama gibi bir tedbir ağı bir tedbirdir ve makul süre bakımından dikkate alınması gereken bir husustur. Hukuk davaları açısından ise uzayan davalar davacı tarafın yargı sistemini sorgulatırken, karşı taraf açısından uzayan yargı sisteminden medet umar hale getirmektedir. Bu durumu özellikle bu adli yılda fazlalaşan kira davalarında görmüş olduk. Açılan davalarda neredeyse dokuz aya, bir yıla varan ilk celse tarihleri davalı tarafça bir fırsat olarak görülür duruma gelmiştir. Yargılamaların başında mahkemelerce konulan hedef sürelere de pratikte çok fazla riayet edilmediğini görüyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde makul süre tanımlaması yapılırken iç hukukumuzdaki sistemden farklı bir yol izlenmektedir. Medeni haklar ve suç soruşturmasından doğan haklar gibi ikili bir ayrım yapılmaktadır. İç hukuktaki idari yargılamadan doğan haklar da medeni hakların içerisinde yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi devletleri gerek idari mercileri ve gerekse de yargı mercileri dolayısıyla oluşan zararlardan dolayı sorumlu tutmaktadır. Gereken özeni gösterme yükümlülüğü devlet üzerindedir. Anayasa Mahkemesi makul sürenin aşılıp aşılmadığı noktasında birtakım kriterler belirlemiştir. Bu kriterlere uygun davranılmadığı takdirde bireysel başvuru yolu ile zararların tazmini talep edilebilmektedir. Kriterlerden ilki yargılamanın ne kadar karmaşık olduğudur. Karmaşık davalarda davanın uzayabilmesine sebebiyet vermektedir. Yargılamanın tarafların kaynaklı gecikmelerde makul süre hesabında mutlak suretle dikkate alınmaktadır. Dolayısıyla başvurucu üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemiş ve yargılamanın uzamasına sebebiyet vermişse bireysel başvurusu olumsuz neticelenebilecektir. Mahkeme yazı işlerinin yoğunluğu sebebiyle yaşanan gecikmelerde, gerekçeli kararın geç yazılmasında veya geç tebliğ edilmesinde makul sürenin aşılmasında tam kusur olarak değerlendirilmektedir.