Gözümüz kulağımız yine Filisitinde.. Kubbet-üs Sahra’da..İçimiz yine kan ağlıyor. Hacer-i Muallak taşı öksüz kalmış. Yine dünyanın gözleri görmez, kulakları duymaz olmuş, üç maymunu oynamakta. Üç büyük semavi din için de kutsal mekanlar yine bombalar altında. Hz. Nuh’ın gemisinin kayaya oturduğu, Hz. Davud’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Adem cenneten buraya indiği, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerler adeta kan ağlamakta.. Filistin sorununu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar götürmemiz gerekir. Savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap coğrafyasında kalan topraklarının paylaşımı gündeme gelmiş ve iştahla bu topraklar paylaşılmaya girişilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın da gündemidir aslında bu topraklar 1948’de asıl gaye her ne kadar İngiltere’yi Ortadoğu’dan çıkartma planı olsa da gerek ABD ve gerekse de Sovyetler Birliği’nin desteklediği İsrail devletinin kurulmasıyla günümüze kadar devam eden bu zulüm devam edegelmiştir. Doğu Avrupa, Rusya ve Almanya’da çeşitli baskılara uğramış Yahudiler yurt arayışı içine girmişlerdir. Yayınlanan Balfour Deklarasyonu Filistin’de bir Yahudi yurdu umudu doğurmuştur. Bu topraklar “vaat edilmiş topraklar” dır. Osmanlı elinden çıkmış olsa da İngiliz mandasında bulunmasına rağmen burada henüz bir devlet kurulmamış olması iştahları kabartmıştır. Birleşmiş Milletlerce yapılan Taksim Planı ile artık bu topraklarda bir devlet kurulabilecek, hatta bu topraklardan Araplar kovulacaktır. İşte o günlerden başlayan homojen bir Yahudi devleti kurma ve Arapları bu topraklardan çıkarma çabası şiddetini her geçen gün arttırarak günümüze kadar gelmiştir. Kadın, çocuk, yaşlı genç demeden insanlar dünyanın gözü önünde katledilmekte uluslararası hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Uluslararası İnsancıl Hukuk bir diğer adıyla Savaş Hukuku Uluslararası Hukukun da bir dalıdır. Uluslararası antlaşmalarla düzenlendiği gibi teammüller de bu hukukun kaynakları arasında yer almaktadır. Askeri bir zaruretin olması, insani davranış kurallarına riayet edilmesi ve mertlik bunların başlıcalarıdır. Mertlik aslında hainliğin zıddı, haince davranışlara ve yollara başvurulmaması demek. Her ne kadar Filistin topraklarında mertlik hiçe sayılsa da uluslararası savaş hukuku teammülleri bunu gerektiriyor. İnsani davranış kuralları ise savaşın gerektirdiği güçten fazla güce başvurulmaması demektir. Kadın, çocuk, yaşlı sivillerin katledilmemesi, okulların bombalanmaması, hastanelerin yerle bir edilmemesi demek. Asimetrik güç kullanımının had safhada olduğu bu günlerde bu davranış kurallarına da riayet edilmediği ortada. Özetle “insancıl hukuk” ile savaşa karışmayan, ve hatta savaştan uzak tutulması gereken siviller ve özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlıları korumak bir yana tam da bu çatışmaların göbeğinde bırakılmaktadır. Yine yaralı ve hastaların iyileştirilmesi insancıl hukukun temelini oluşturması gerekirken hastaneler bombalar altında kalmakta, ölmeyen yaralılar burada ölüme terkedilmektedir. Kısacası uluslararası hukuk yerle bir edilmekte, dünyanın gözü önünde ayaklar altına alınmaktadır. Hiçbir zaman birlik olmayı başaramayan Arap coğrafyası ise yine başını kuma gömmekte olana bitene seyirci kalmaktadır.
Müslüman devletler bir olmayı başarabilmeli yek vücut olarak bu hukuksuzluğa ses yükseltebilmelidir. Bir gün elbet Filistin kendi topraklarında özgür olacaktır..