Doğa direniyor.
İnsan, doğanın direncini sınıyor.
Sonra bir kez daha: Doğa direniyor, insan, doğanın direncini yeniden sınıyor.
Küresel yıkımın ve yaklaşan kıyametin nakaratı bu…
★★
Önce makul değerleri zorluyor insan, sonra limitleri aşıyor... Doğa direniyor; dişlerini sıkıyor... İnsan bir başka yerde, başka bir zamanda, konforunun bir başka ayrıntısı için, söz gelimi arabasına hiç patlamayan bir lastik takabilmek için yine zorluyor, sınıyor doğayı. Madenleri, ormanları, kaynakları tüketiyor; limitleri çok ama çok aşıyor. Yeryüzünü ve gökyüzünü, madenleri ve ozon tabakasını geçmişten devralmadığını, aslında gelecek kuşaklardan ödünç aldığını unutuyor insan. Hayır; unutmuyor da unutmuş numarası yapıyor…
Bunu yüzlerce kez daha yapıyor insan...
Doğa ise orda, burada, her galeri ağzında biraz daha sıkıyor dişini...
Bin yıldır...
On bin yıldır...
On binlerce yıldır mütemadiyen tükeniyor...
Fakat en çok da son yüz yıldır, hatta son yarım yüzyıldır…
★★
İnsan değişiyor, değiştiriyor, tolore edilebilir bütün limitleri aşıyor, yok oluş çizgisinin üzerinde direnç sınıyor. Çizgiyi ha geçti ha geçecek!
İnsan hiç değişmeyecek; hep değiştirecek ve limitleri aşacak, direnç sınayacak. Doğa direnecek sadece.
Bu belli…
Ve fakat hikâyenin sonu bu olmayacak.
Böyle sürüp gitmeyecek. Hikâyenin başka türlü biteceğini, kirli dünyanın zirvesinden bir belgeselin rakımına inmiş adam söylemişti:
1993-2001 yılları arasında ABD Başkan Yardımcısı olan Nobel ödüllü politikacı Al Gore, vaktiyle dünyada büyük yankı uyandıran Uygunsuz Gerçek (2007) adlı belgeselde apaçık, sansürsüz söylemişti bunu: ‘Doğa artık direnemiyor; çünkü bitti, o artık uykuya dalıyor ve insanoğlunu kendi yazgısıyla baş başa bırakıyor...’
★★
Tatili fırsat bilip Uygunsuz Gerçek’i birkaç gün önce yeniden izledim. Anladım ki artık alıştığı doğanın dışında, onu alt etmiş ya da onsuz yaşayabileceği yanılgısına saplanmış yeni bir tür insan var.
Ay’da ya da daha uzakta; Mars’ta, Venüs’te...
Cehennemin dibinde yaşayacak yeni insan!
Çoktan başlamış, bugüne sızmış ‘gelecek zaman’ içinde…
Büyük cam tüplerin içinde insan!
Uzay yolculukları için tasarlanmış özel fanuslarda uyutulacak. Bu süreç çoktan başladı bile. Gezegenler, onlara erişme gücünü elinde bulunduranlar tarafından usul usul pay ediliyor. Bir çeşit ‘Uzay Hukuku’ oluşuyor şimdiden. Sıra fanuslara geldi…
★★
Ya Dünya?
Bildiğimiz konumunda, uzay kodlarıyla kaydedilmiş koordinatlarında yine; sessizlik içinde ve tek başına... Yalnız ve korumasız… Uyanıp yeniden direnmeye başlayacak sonra. Yüz bin yıl sürse de uykusu, uyanıp yeniden direnmeye başlayacak Dünya... Onun yaşayan, sıcacık ve doğurgan örtüsü doğa, uyanacak. Yaraları kabuk bağlayacak, kabuklar kuruyup dökülecek ışıl ışıl görkemli Samanyolu’na...
★★
Peki insan?
Büyük cam tüplerin ve devasa titanyum salyangozların içinde yaşayacak insan. Sümüksü, pelte gibi insan...
Ağaçlar olmayacak; ladin, çam, çınar, akasya, vişne vesaire...
Sokaklara can katan kediler ve köpekler, ağaçları kutsayan kuşlar olmayacak...
Masmavi denizler ve kumsallar da olmayacak; ama insan hâlâ yaşıyor olacak güya...
Yazla kış, eylülle haziran olmayacak. Yağmur yağmayacak, insandan taşan bütün o kirli gürültüleri yutup gizleyen canım kar döküntüleri olmayacak...
Fakat bunca şeyin yokluğuna karşın, insanın büyük, büyüleyici, önlenemez, görkemli ve aslında sadece ve sadece ‘acıklı’ değişimi, uzayın kim bilir hangi köşesinde hala sürüyor olacak; öyle zannedecek...
Ama doğasız...
Hapsolduğu korkunç barınakta...
Bildiğimiz doğa ‘kucaklamayacak’ da bir başka bir şey ‘kuşatacak’ insanı...
Geleceğin filozofları, bu yeni manzarayı ‘İnsan, Dünya’yı kendine ait sanıyor(du); halbuki insan Dünya’ya ait(miş)’ diye betimleyecekler.
Eski zamanın simgesi takılar: -du ve -miş…
Yeni zamanın hammaddeleri: Cam ve çelik...
Karanlık ve soğuk...
Meçhul ve uzak...
O uzaklığa, karanlığa, yokluğa alışmış kuşaklar Dünya’yı ve bizim doğamızı çarçabuk unutacaklar. Belki de hiç yakınmayacaklar bu ayrılıktan; çünkü derelerden çeşmelere yolculuk eden suyu, görkemli bulutları, denizi ve günışığının insan tenine bir öpücük gibi kondurduğu sıcaklık duygusunu bilmiyor olacaklar. Bunları hiç öğrenmemiş olacaklar aslında... Onlarınki ‘unutmak’ olmayacak…
İnsan, artık o bildiğimiz insan olmayacak!
★★
Evren ne kadar büyük ve karanlık…
Gelecek ne kadar gizemli ve belirsiz…
Ve biz ne kadar kibirli ama ne kadar aciziz...
Evrendeki minnacık bir gezegende; o gezegenin de nüfus ve yüzey bakımından ancak %1’i eden bir ülkesinde bizler trajik bir yaşam kavgası sürdürüken ve bu durum dünyanın geri kalanını çok da umrunda değilken; öte yanda insanların bütününü, daha doğrusu evrende insan varlığının devamını derinden ilgilendiren bir durumun, bir sorunun, bir ‘yüksek ihtimalin’ farkına varmak…
Evet, bu hakikaten moral bozucu…
Gündem açısından esas ‘uygunsuz gerçek’ de ne yazık ki işte tam olarak bu!
Urfa'da bir dostum, tarım deposu Harran'ın nasıl imara açıldığını gezdirdi, içim cıııız etti. Planı, programı,bilimi öteleyip, felaketlerde dini öne geçirip rantı , vurgunu esas alıp,kaderi baş sayfaya koyarsanız, Allah'ın bizlere emaneti ve nimeti olan bu güzel tabiatı, dünya eğlencesi için tahrip edip karşılığında yüz milyarlarca dolarlık bütçeyi zora sokar, yüzbinlerce insanın ölüm ve yaralanmasına, mutsuz, fakir, yoksul bir ülke olunmasına yol açar ve bunlardan da ders almayıp bunlara devam ederseniz, karşınıza onulmaz bir durum çıkar. Öyleyse bu tahribatlardan ders alıp bunları bırakıp daha çok çalışıp daha çok KDV'si yüksek teknolojik eser ve gıda üretip satıp bunu da bütçeye koyup halkın aç,yoksul değil refah ve mutlu bir şekilde yaşamasını sağlamalısınız. Bunları yaparken de tabiata tüm titizlik ve sorumluluk gösterilmeli ve insan hayatına saygı duymalısınız ki insan olarak sorumluluk ve görevinizi, tabiat, insan ve Allah'a yapmış olasınız.Elbette bu hayatın hesabı var.Selam
Sayın Yazar Kardeşim, çok güzel, gerçekten okunacak okunmaya değer yazılar yazıyorsunuz, teşekkür ederim. Tabiati yaratan ve tanzim eden yüce Rabbimiz, Rum -41ve şûra 30 ayetlerinde insanları uyarıyor. Bu dengeyi bozmayın buyuruyor. Ama özellikle bu ülkede bu ilahi emirler ve bilim adamlarının feryatları hiç dinlenmiyor bile. Gözünü para hırsı bürümüş, rant sevdalılar bildiklerimi okuyorlar. Büyük fay hattı üzerine, akarsu debisine binalar yapıp yüzbinlerce insanın ölümüne, bir o kadarının da yaralanmasına,tabiatin tahrib edilmesi hiç umurlarında bile olmuyor, üstelik de " imar barışı" adı altinda rantı götürüyorlar. Ülkenin en güzel koyundaki güzelim 50 bin ağaç kesiliyor, oraya 680 milyona , yılda 2-3 kez gidip dinlenecekleri 305 odalı yazlık saraylar, yanına yazlık saraylar yapılıyor, sahiller imara ve ranta açılıp o güzel tabiat tahrip ediliyor. Binlerce incir, üzüm, zeytin ağaçları kesilip yine ranta,vurguna açılıyor.Tarım arazileri, imara açılıyor, buralardan vurgunlar yapılıyor
Taha bey, zaman ayırıp okuduğunuz ve üstüne bir de nazik değerlendirme yaptığınız için ben teşekkür ederim. Selam ve saygıyla.