Bir adam tanıyorum.
Hoş, tanıyorum dediysem, arkadaş falan değiliz.
Uzaktan ‘seyrediyorum’ kendisini.
Filmlerine de fikirlerine de bayılıyorum.
Motorsiklet tutkusuna ve yaşam felsefesine hayranım…
Mesela bir filminden kazandığı parayla film setinde çalışan emekçilere birer Harley-Davidson motor hediye etmiş. Öyle 50 bin dolarlık falan bir jest değil bu; eline geçen 114 milyon doların 80 milyon dolarını (kabaca kazancının %70’ini) etrafındakilere armağan etmesinden bahsediyoruz.
Manyakça bir şey mi bu? Yoksa nirvana mı?
Bir bu değil tabii…
Şöhreti yakaladığı filmin -Matrix’in- kendisine kazandırdığı paranın neredeyse tamıma yakınını lösemiyle savaşan bir vakfa bağışlamış. O miktar, Türkiye tarihinde verilmiş en büyük piyango ödülünün yaklaşık altı katı…
Bir düşünsenize…
Nirvana mı, aptallık mı?
Sonra Şili, Somali, Afganistan, Yemen gibi uzak ülkelerde; batı dünyasından hiç kimsenin dikkatini çekmeyen eğitimsel, sağlıksal, çevresel sorunlar için bir fon oluşturmuş; öyle sembolik paralarla değil, çok büyük miktarda paralarla yoksullar dünyasının sorunlarını çözmek için çabalayan kimselere, gönüllülere omuz veriyor…
Ve en önemli arınma terapilerinden biri olarak boş zamanlarını evsiz barksız insanların arasında geçiriyor.
Ailesinde bir lösemi hikâyesi yaşadıktan sonra bu hastalığın tedavisi doğrultusunda çalışan derneklere her yıl milyonlarca dolar bağışlıyor.
Kendini ‘hiç tanımadığı ve hiçbir zaman karşılaşmayacağı insanlara iyilik yapmaya’ adamış biri.
Her hafta yeni bir Ferrari alabilecekken o her gün metroyu kullanıyor.
Bizde Haluk Levent’in yaptığına benzer şeyler yapıyor.
Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki gözünü para hırsı bürümemiş, kanaatkâr bir dünyalı o:
Keanu Reeves…
Benim kahramanlarımdan biri o..
İngiliz asıllı anne, Çin asıllı baba…
1964 Beyrut-Lübnan doğumlu Kanadalı vatandaşı bir aktör…
Kafanız karıştı değil mi?
Ama öyle biri, aslında tam anlamıyla ‘sınırtanımaz, kompozit bir dünya vatandaşı’…
Ünlü aktör, medyaya röportaj vermeyi, zırt pırt fotoğraf çektirmeyi sevmiyor ama Esquire’ın 2017 sonlarında ve People dergisinin 2019 yazında yayımladığı röportajlarda kendi hikâyesiyle ilgili olarak şunları anlatıyordu:
“Üç yaşımdayken babamın bizi terk edişini gördüm. Öğrenciliğim boyunca dört farklı okula kaydoldum ve disleksiyle mücadele ettim ki bu benim eğitim hayatımı daha da zorlaştırıyordu.
Sonunda okulu diploma alamadan bıraktım…
23 yaşımdayken en yakın arkadaşım River Phoenix yüksek dozda uyuşturucudan öldü. 1998’de Jennifer Syme ile tanıştım. Anında aşık olduk ve 1999’da Jennifer kızımıza hamile kaldı. Çok üzücü bir şekilde 8 ay sonra çocuğumuz ölü doğdu.
Onun ölümüyle harap olduk ve bu bizim ilişkimizi sona erdirdi. 18 ay sonra Jennifer bir araba kazasında öldü. O zamandan sonra ciddi ilişkilerden ve çocuk sahibi olmaktan hep uzak durdum. Kısa süre sonra en küçük kız kardeşim lösemi oldu. Şimdi o tedavi oldu ve ben Matrix filmlerinden kazandığım paranın %70’ini lösemili çocuklar tedavi edilsin diye farklı ülkelerdeki hastanelere bağışladım.”
(…)
“Ben, malikanesi olmayan nadir Hollywood Yıldızlarından biriyim. Hiçbir bodyguardım yok ve süslü püslü moda giysiler giymem. 100 milyon dolar değerim olsa bile hala metroya biniyorum ve bunu seviyorum.
Sonuçta sanıyorum hepimiz aynı fikirdeyiz ki bir trajedinin içinde bile bir yıldız yetişebiliyor. Hayatınızda ne olup bittiğinin bir önemi yok, hepsinin üstesinden gelebilirsiniz.
Ve hayat, her koşulda yaşamaya değer…”
★★
Reeves’ın her biri sinema fenomeni olmuş Matrix ve John Vick serileri ile The Continental, Between Two Ferns: The Movie, Constantine, Kırılma Noktası, Bulutların Ötesinde, Hız Tuzağı, Kasımda Aşk Başkadır, Şeytanın Avukatı, Nehrin Kıyısı, Dünyanın Durduğu Gün, Küçük Buda, Replikalar, Göl Evi, Aşkta Her Şey Mümkün gibi şahane filmlerin başrolünü üstlendiğini; 2019 biterken 55’inci yaşını 51’inci filmiyle kutladığını; bugüne kadar dünyada yoksul insanların sorunlarının çözülmesi için bazı zengin devletlerden -mesela Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi petrol zengini ülkelerden- daha fazla parasal yardımda bulunmuş biri olduğunu ve Keanu’nun biyografisiyle de kanıtlandığı üzere ‘iyi insan olmanın’ dilden, dinden, milliyetten, zengin ya da yoksul olmaktan azade bir şey olduğunu anımsatarak bitirelim.
Ve bu sıradışı adamın -bana göre- en güzel sözünü bir kez daha yineleyelim:
‘Hayat, her koşulda yaşamaya değer!’
Hem de her koşulda…
Pandemi dünyasında bile…
Öyleyse buradan sağlık çalışanları ve laboratuvarlarda sessiz sedasız pandemiye tıbbi çözüm arayanlar başta olmak üzere; mücadeleye devam edenlere, direnenlere, yaşamlarını bizim için hiçe sayanlara ve en önemlisi ‘yaşama sevincini yitirmeyenlere’ yürekten, kocaman bir selam gönderelim.