Bazen en büyük kahramanlıklar, en derin sessizliklerin arkasına gizlenir. Erzurum’un Taşkaynak köyünde, böyle bir sessizlik hüküm sürüyor. Çünkü bu topraklarda yatan bir kahramanın, Keyvanklı Hüseyin Ağa’nın, mezarı artık neredeyse tanınmaz hâlde.
Taşların arasına karışmış, zamanın ve ilgisizliğin tozuyla silinmiş bu kabir, ne bir levhaya sahip, ne de bir işaret taşına... Orada yatanın kim olduğunu artık sadece birkaç yaşlı bilmekte. Onlar da sessizliğe karıştığında, Hüseyin Ağa'nın adı da mezarı da tarihsel bir sisin ardında kaybolacak. Hatta belki de kayboldu bile. Kabri artık net biçimde işaret edilemiyor; sadece “şurada bir yerlerdeydi” deniliyor.
Daha acı olan ise şu: Torunu Fikrettin Albayrak yıllar boyunca bu hatırayı diri tutmaya çalıştı. Aile belleğini korudu, anlattı, paylaştı. Ama o da artık yaşlandı. O da bir gün bu dünyadan ayrıldığında, Hüseyin Ağa’nın hem hikâyesi hem kabri, toprak altındaki bir isimsizliğe teslim olacak. Ne bir taş kalacak ardında, ne bir levha… Ve bir millet, kendi hafızasından bir parçayı daha sessizce yitirecek.
Oysa tarihe mal olmuş nice ismin mezarları özenle korunurken, 93 Harbi’nde Erzurum’un direniş ruhunu taşıyan bu isim neden unutulsun? O kabir sadece bir insanı değil; bir dönemin onurunu, cesaretini ve halk dayanışmasını simgeliyor. Üzerine bir taş dikilmese de, hafızalarımıza bir iz kazınmalı. Unutmamak, hatırlamak, anlatmak: Bir milletin hafızası ancak böyle korunur.
Belki bugün bir levha dikilemez ama bir yazı, bir anı, bir söz, bir dua bile bu kayboluşun önüne geçebilir. Çünkü bazen yazılan bir satır, dikilmeyen bin taştan daha kalıcıdır.
“Hafıza ihmale uğrarsa, kahramanlar bile yavaş yavaş toprağa gömülür.