Kusursuzluk kaleni yıkmadan gelme bu meydana.
‘Benden iyi kimse bilemez!’ demeyi bırakmadan çıkma çarşıya.
‘En doğrusu buydu’ sanmaktan caymadan yüzünü yerden kaldırma.
Çünkü kendini beğenmiş yalancıların gök kubbenin altında yatacak yeri yoktur.
Çünkü hangi konuda ya da konumda olursa olsun kusursuzluk iddiası en vahim
kusurdur.
En mahir olduğunu sandığın ne varsa, mutlaka kâinat senden ustasını görmüştür,
sen bu âlemin en iyisiysen de becerini sana öğreten bir Hâkim-i Mutlak vardır.
Derken Âdem Rabbinden (yol gösterici) sözler aldı… Bakara/ Suresi37
Yol gösterilmeseydi, senin uğraşıp bulmana değil yolun kendisinin yokluğuna
delalet olurdu.
Olmayanı uğraşarak bulamazsın…
Sen ve bütün ahbapların birleşse olmayanı var edemezsin…
Unutma ki, bütün icatlar mevcutların birleştirilmesinden ibaret…
Bilimin o en büyüleyici formülleri, varlık sahasında olanların nasıl oluştuklarını ortaya çıkarmaktan öte değil.
Bırak kusursuzu senden kusurlu bile sadır olamıyor.
Sen edip eylediklerinle bu toprakların üzerinde kalış süreni bile değiştiremezken, kusursuzluk iddiasında bulunmam niye?
Neyine güvenerek, mükemmelliğe ve ölümsüzlüğe dikmişsin gözünü?
Aklınaysa; en akıllıların ömürlerinin son demlerinde adlarını bile söyleyemediklerine şahit olmuşsundur…
Fiziksel becerineyse; buruş buruş ellerin kahveyi bile fincandan içemeyecek kadar titreyecek duruma geldiklerini inkâr edemezsin…
Firavun ’un kendisini kusursuz sanan büyücüleri, Musa’nın (as) mucizesini gördüklerinde, nasıl yerlere kapandıklarını unutma.
Onlar hakikat sopasına öylesine çarpıldılar ki, kusursuzluklarından kurtulmak için kol ve bacaklarının çapraz budanmasına sevinçle boyun eğdiler.
Kusursuz olmadıklarını bütün kâinat gözleriyle görsün istediler!
Hünerlerinin göz boyamaktan ibaret kaldığını ikrar ettiler.
Ki, en korkutucu günde bütün kusurlardan münezzeh olanın karşısında
tutunacakları dalları bulunsun.
‘Biz Senin hükmün karşısında aczimizi bildik de karşına geldik’ diyebilsinler.
Kusursuzluk, Rahman ve Rahim olan ve her işimize onun adıyla başladığımız
Allah’a aittir.
O bize kelimeleri öğretmeseydi dilimiz ve aklımız lal kalırdı.
O her şeyi en mükemmel bilen Âlim, bize ilminden Vedud olduğunu bildirmeseydi en sevdiklerimizi bile sevemezdik.
Anne bebesine düşman kesilir…
Bilgin bilgiden nefret eder…
Zanaatkar hünerinden kaçardı…
Yani en kusursuz olduğumuza hükmettiğimiz ne varsa en nefret ettiklerimizden
sayılırdı.
Şimdi kusurluluğumuza şükretmenin tam zamanı gelmedi mi sence de?
Biz hatalarımıza vakıf oldukça onlara sahip çıkmamayı da öğreniriz.
O vakit günahkâr kârlı çıkar…
O dem vazgeçmenin saltanatına kurulur kusurlu!
Ama daha sonra tevbe edip kendilerini düzeltenler hariç tutulacaktır: Zira
Allah, çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.)Ali İmran Suresi/ 89
Ya Allah Tevvab olmasaydı, biz kusursuz olmak zorunda kalsaydık, nice olurdu halimiz?
İlk kusurumuzda vaz geçilen olacağımızı bilseydik, nasıl sürerdi hayat?
Hep tetikte yaşamak, ilk kusurda merhametten esersiz bir muamelenin muhatabı olmak, kendini en beğenmiş için bile korkunç olmaz mıydı?
Olurdu!
Tevvab esması bizi iblise benzemekten kurtardı, âdem kıldı!
Nihayetinde ikisi de kusurlu oldular…
Âdem (as) Tevvab olana sığındı, kusurunu kendinden bildi, pişman oldu, affa mazhar kılındı.
Diğeri hatasında ısrarcı oldu, kusursuzluğuna hükmetti ve Hâkim’in merhametini reddetti, kendini kendine yeter sandı, iblis oldu.
Şimdi kusursuzluk iddianı yeniden gözden geçir ve her hükmünde isabet
kaydedenin emrine ram ol!
Ve ne işle meşgulsen sana verilen aklın sınırlarınca onu en güzel eylemeye çaba göster.
Kusursuz olamamak her şeyi eline yüzüne bulaştırmanın bir bahanesi olmaz asla.