İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırıma karşı günlerdir gerçekleştirilen destek mitinglerini görüyorsunuz...
Çoğu Müslüman değil. Dinleri, dilleri, ırkları aynı değil. Ancak insanlar... Hepsi birer ana, baba, vicdanlı insanlar. Ve kendilerinden başkasını insan olarak görmeyen sapkın azınlık olan siyonizme başkaldırıyorlar.
Açık konuşmak gerekirse batı toplumundan bu kadar açık, organize ve kalabalık destek beklemiyordum.
Aslında yüzü gözü kanlar içinde kalan bir bebeğe, korkudan titreyen çocuğa, annesinin naaşının yanında nöbet tutan gence, içinde azıcık merhamet olan herkesin acı çekerek destek vermesi gerekir. Ama işte!
Çok merak ediyorum, İsrail’in koşulsuz yanında yer alan ülke liderleri kendi çocuklarının yüzüne bakarken Filistin’de ölen çocukları hiç mi düşünmüyorlar, hiç mi ağzı süt kokması gerekirken, kan kokan bu masumların günahı nedir diye sormuyorlar!
Hiç mi düşünmüyorlar, bir gün öldüğümde binlerce sevenim varsa, milyonlarca da “ateşi bol olsun” diyenlerin olacağını...
Hiç mi hesap etmiyorlar, emperyal ve siyonistlere kul olmakla, insan olmak arasında ki farkın ince çizgisini.
Bu neyin inanışı, neyin koltuk sevdası, neyin intikamıdır! Anlamak mümkün değil.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yoğun baskı yaptığı, İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan Gazze’deki soykırıma karşı 5 talep öne çıktı.
- İsrail’e mühimmat sağlamak için Amerika askeri üslerinin kullanılmasının engellenmesi,
- Diplomatik ve ekonomik ilişkilerin dondurulması,
- Petrol silahıyla tehdit edilmesi,
- İsrail sivil havacılığının Arap hava sahasında engellenmesi,
- Gazze’ye yönelik saldırının durdurulması talebinin iletilmesi amacıyla Arap bakanlar komitesi oluşturulması.
Evet, 5 maddenin yer aldığı öneriyi BAE, Suudi Arabistan, Fas ve Bahreyn reddetti.
Demek ki silahsız, çatışmasız bu 5 talep geç(e)miyorsa, teşkilatın; insanlığa, İslama, Ortadoğuya fayda sağlamak için değil, çıkar çatışmasından dolayı kurulduğu anlaşılıyor. Bir tek Türkiye ile de bu sorunlar çözülemiyor.
Beni şaşırtan bir gelişme de Birleşmiş Milletler’in başındaki yöneticilerin İsrail’e olan tutumu. Gerçi Netenyahu’nun (daimi üyelerin desteğiyle) çokta dikkate aldığı söylenemez. Ancak her şeye rağmen dünya kamuoyu noktasında BM’nin katliama göz yummamasını önemli bir gelişme olarak görüyorum.
Yargı Krizi Hayatımızın Her Alanını Etkiliyor!
Aslında tüm enerjimizi Gazze’nin işgali ve ekonomi üzerine yoğunlaştırmamız gerekirken, Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin karşı karşıya gelmesi ile oluşan yetki tartışmasıyla meşgul oluyoruz.
Öncelikle Anayasa Mahkemesi, en üst yargı organıdır. Yani Anayasa’nın 153. Maddesinde AYM kararları hakkında iki önemli hükümden birincisi, ‘kesindir’. İkincisi Resmî Gazete’de yayımlandıktan sonra yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler açısından ‘bağlayıcıdır.’
Can Atalay vekil olarak seçilmiş ve AYM bu seçilmişliğin gereği olarak hak ihlali vermişse, bu karara uymamak siyasette istikrarsızlığa, toplumda krize, ekonomide güven sorununa, uluslararası arenada ise itibar kaybına yol açar.
Düşünsenize, ekonomi yönetiminin başındasınız. Aylardır gitmedik ülke, çalmadık kapı bırakmamış, ülkeye yatırımcı çekmek için yoğun emek sarf etmişsiniz. Tam işler yoluna girmiş ve kaynak bulmuşsunuz ki Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararına uymama yönündeki kararıyla tüm planlarınız alt üst oluyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, son yaşanan gelişmelerden sonra, her platformda tutarlı açıklamalar yapsa da doğrudan yatırımcı bir ülkenin yargısını önemli ölçüde dikkate alır ve sermayesinin geleceğini bu mihvalde belirler. Mehmet Şimşek’in işi gerçekten çok zor. Bir yandan geçmiş ekonomi yönetiminin döküntülerini toparla, bir yandan günlük krizler eşliğinde ekonomiyi düzeltmeye çalış!
Yatırımı da bir kenara bırakın. Ülke içerisinde vatandaşların yargıya olan güvenini sorgulatmama açısından bu tartışmaya bir son verilmelidir.
Burada ki sorun Can Atalay’ın suçlu veya suçsuzluğu değil, AYM kararının gerçekleştirilmeyerek tartışmaya açılması.
Çünkü Can Atalay, devletin birliğine ve bütünlüğüne kasteden bir eyleme karıştı ise o zaman milletvekili başvurusuna engel olunacaktı. Bir kişi memurluğa atanırken yedi sülalesi araştırılıyor. Beni, ailemi, bütün ülkeyi temsil edecek vekil ise elini, kolunu sallayarak meclise girebiliyor. Bunun yanında tüm ayrıcalıklardan faydalanması da cabası! Onun için Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce bu sorunu tartışmaya açmak ve bir çözüme kavuşturmak gerekiyor.
Her ne şartlarda olursa olsun. Şu an yaşanan yargı krizi ülkenin büyümesi, gelişmesi ve kalkınması noktasında önemli bir engeldir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, vahim gelişmeye karşı geç olmadan devreye girmeli, sorun daha fazla büyümeden hakem statüsünde yangına su serpmelidir.