Fikir çatışmalarını şiddete, nefrete ve kavgaya dönüştürmeden ‘tartışmak’, tartışabilmek...
Düşüncede ve eylemde konsensüs aramak, farklılıkları kabullenip onlarla sinerji oluşturmaya çalışmak çok iyi, çok uygarca şeyler. Doğu-Batı falan demiyorum, dünyanın her yerinde ‘medeniyete (uygarlığa)’, gelişmiş uygar insana özgü bir tutum, bir kültürdür bu. Mevlâna mesela ya da Gandhi, batılı mıydı?
Sınırlarla, çağla ve ırklarla ilişkilendirmeden ‘uzlaşmak için çabalamak, onu samimiyetle istemek ve uzlaşıyı cesaretle savunmak’ diyelim buna...
Eski Türkçede -daha doğrusu Arapçanın lügatinde- bu geniş kapsam; şura, istişare, mutabakat, idrak, vahdet ve tevhid sözcüklerinin maverasında aranabilir.
Ama o ferahlatıcı geniş ve yüksek anlam mevkiine yoğunlaşmak varken sürekli kısır tartışmaların içinde olmak, hep biriyle, birileriyle karşı kutuplarda bulunmak, hatta biri yokken bile paranoyakça hayali düşmanlar uydurup onunla zıtlaşmak, sonuçta da tabii hiç kimseyle, hiçbir konuda uzlaşmamak ve şu fani dünyada ‘dostça kucaklaşmanın tadına varamamak’ ne fena bir şey!
Ve ne kadar yaygın! Bir bakın...
Aslında uzun, muhteşem bir hikâye, upuzun müzikal bir anlatı, harikulade bir tiyatro yapıtı gibi bir şey olan hayatı hiç bitmeyen, bunaltıcı bir münazara gibi biçimlendirmek ve öyle yaşamak, onun içine hapsolmak...
Televizyonlara, siyaset meydanlarına, haberlere, kürsülere, kulislere, toplantılara, hatta yakın çevrenize dikkatli bakınca görebileceğiniz o şeye ‘hayatı hiç bitmeyecek bir münazara gibi yaşamak’ diyebilirsiniz. Kıbrıslı kardeşlerimizin tatlı söyleyişiyle ‘aytışmaktan’ haz almak değil, birileri tarafından galip ilan edilmek ya da bir noktada buluşmak ve birleşmek değil de insanları ve hayatları kesin biçimde ayıran bir sınırın iki tarafından birine sabitlenmek...
Artık şansa, hangisi olursa...
Çok fena, çok beter bir şey bu!
★★
Hayat güzeldir / Hayat berbat bir şeydir!
Aşk muhteşemdir / Aşk baş belasıdır!
Dış güçler bizi yıkmaya çalışıyor / Dış güç diye bir şey yok!
Okumak her zaman değerlidir / Bu çağda okumaya gerek yok!
Aile huzur verir / Akraban mı var, derdin var!
Dindarsan gericisin / Dindar değilsen hiçbir şeysin!
Muhalefet beceriksiz / Muhalefet olmasa ülke batar!
İktidar her şeyi kusursuz yapıyor / İktidarın başardığı hiçbir şey yok!
...
Yani bu kadar mı karşıtız her konuda? Bu kadar mı kesin her şey?
Neyle ölçüyoruz Allahaşkına, o hassas terazi nerede? Biri siyah, biri beyaz bu kutupların ve daha yüzlerce böyle kutuplaşma, kamplaşma, ayrışma sayabilirsiniz.
Gri peki?
Gri bölge yok mu bu karşıt kamplar arasında, varsa nerede?
Birleştiğimiz bir şey yok mu?
★★
Tamam...
Diyelim ki son nefesinize kadar tartıştınız, münazara yaptınız ve hepsini de açık ara kazandınız... Sizinle tartışan herkesi yere serdiniz, hacamat ettiniz, doğduğuna pişman ettiniz, bitirdiniz...
Peki ya sonra?..
Dünya orada durup ‘Tamam bitti artık!’ deyip galibiyetinizi mi kutlayacak? Savunduğunuz ve zafere eriştirdiğiniz tez, o andan itibaren hayatın tek gerçeğine mi dönüşecek. Siz, hiç mi değişmeyeceksiniz?
Elbette değişeceksiniz. Elbette arada tartıştığımız, incindiğimiz, sonra barışıp kucaklaştığımız da olacak. Sonra mevzu kapanacak. Bu doğal. Olması gereken bu.
Gri bölgeler çoktur hayatlarımızda ve onlar işte tam da bu civardadır, ‘Haklısın!’ diyebildiğimiz yerlerde...
Çünkü hayat, sonu olmayan bir münazara değil!
Tartıştığımız şeylerin hiçbirisi de hayatın bizzat kendisinden, yaşıyor olmanızdan daha önemli değil...