Eskiler söz bir kere ağızdan çıkar demişler, dedemde verdiği sözü tutmak için beni kızak atölyesine artık götürmeliydi. Git zaman gel zaman işte beklediğim o gün gelmiş ve ben dedemle beraber karlı bir kış günü düşmüştük yollara. O önde ben arkasında, bazen de dedemin yanında karlara bata çıka leblebici yokuşundan Yoncalık mahallesine bir saatten fazla süren bir yolculuk yapmıştık. Aslında gitmemiz gereken yere daha kısa sürede gelmemiz gerekirken yolda dedemle sohbet eden çok olunca bizimde atölyeye varmamız uzun sürmüştü. Nede çok seveni varmış dedemin o gün bunu anlamıştım. Kimi görse selamı alıyor, kim görse ona selam veriyordu. Dedem selam veren hiç kimseyi geri çevirmiyor mutlaka onunla ayaküstü sohbet ediyordu. Mekânın cennet ola dedem. Dedemle biz yol oyunca ne konuştuk derseniz inanın bunu hiç ama hiç hatırlamıyorum. Neyse ne konuştuğumuzu bir kenara bırakırsa işin özünde dedemle yürümekte güzelmiş zira bende onun yanında değerli görülüyor, gelenden geçenden iltifat duyurdum. Birden kendimizi Yoncalık mahallesinde bulmuştuk. Aşağı Yoncalık Camisinin hemen yanı başında bu gün ki Temelli Kıraathanesinin çaprazında yer alan bir evin önünde durmuştuk. Dedemin geldik sözüyle irkildim. Geldiğimiz yer bir taş evdi. Taş bina sağlam bir yapıydı. Binanın kapısı ahşaptan yapılmış ve üzerinde tokmakları vardı. İşte o önünde durduğumuz taş bina bizim kızağın yapıldığı marangoz atölyesinin olduğu yerdi. Binanın alt katı marangozhaneye dönüştürülmüştü. Dedemle taş binadan içeriye girdik zira kapı açıktı. İçeriye girer girmez etraftaki talaş kokusu burnumuza çoktan gelmiş ve adeta beni büyülemişti. Birden karşımızda saçı sakalı ağarmış, talaşlarla üstü başı tozlanmış güler yüzlü ustayı görmüştük. Benim dikkatimi aslında usta değil marangozhanedeki kızaklar çekmişti. Etrafta birden fazla kızak vardı ve hepsi birbirinden güzeldi. Belli ki yeni siparişlerdi. Usta, benim bu şaşkın halimi görünce herhalde oraya neden geldiğimizi de anlamıştı. Dedemin eski dostuymuş usta. Usta diyorum zira onun ne adı kaldı bende nede marangozhanesinin ismi. Ona usta diyelim rahmetle analım. Dedemle usta aralarında koyu bir sohbete daldıklarında ben kızakları incelemeye devam ediyordum. Etrafımda yer alan sobanın çıkardığı sesi ve sobanın yaydığı ısıyı anlatmam ise hayli zaman alır. Demem o ki o an o an mekânda o kadar güzel bir hava vardı ki dışarıda yağan karın ve soğuğun bir anlamı yoktu. Adını hatırlayamadığım usta sana da bir tane bu kızaklardan yapalım diye seslendiğinde ben hala kızakların büyülü dünyasındaydım. Bu seferde dedem seslenmiş ve hemen daldığım rüyadan uyanmış ve yanlarına koşmuştum. Usta aynı soruyu sorunca olur dedim. İki kişilik, orta halli, ortasında ip takacağım halkalı kızak sipariş verdim. Dedem, ustayla fiyat konusunda da anlaşınca bize gitme vakti gelmişti. Veda edip, kızağımın tesliminde buluşmak üzere mekândan ayrıldık. Dedem eve dönüş yolunda ustasını öve öve bitiremedi. Eve vardığımızda keyfine diyecek yoktu. Benimde artık bir kızağım olacaktı. Bundan daha büyük mutluluk var mıdır, dünyada bilmem ama ben günlerce hep kızağımın yapıldığını hayal ettim, durdum. Ve yıllar sonra diyorum ki benim kızağım da oldu, onunla leblebici ve Esat Paşa yokuşlarından da kaydım, yokuşlardan aşağı kayarken düştüm, kalktım, eğlendim ama ondan ne zaman ayrıldım işte onu hatırlamıyorum. Kızağım hayallerimi sülsei çocukluğuma renk kattı ve bir gün usulca aramızdan usulca ayrılıp gitti. Tıpkı onu yapan ustası gibi….