Babamdan dolayı tarihe ve tarihi eserlere çok meraklıyımdır. Hele de bu tarih Erzurum olunca merak daha tatlı ve daha heyecanlıdır benim için. Tıpkı babaannemin yaptığı kadayıf dolması gibi…
Babamla beraber Erzurum’un sokaklarını, mahallelerini, caddelerini, cami, çeşme, medrese ve kümbetlerini defalarca gezdim. Gezilerimiz günler öncesinde kararlaştırılır, gezi daha başlamadan babam evde gideceğimiz yerlerle ilgili bildiklerini anlatmaya başlar, gezimiz bitinceye kadar susmazdı. Her anlattığı tarihi bilgi ilgimizi çeker, ben de kısa notlar almayı ihmal etmezdim. Babam Erzurum’la ilgili kendi öğrendikleri bilgilerin kaybolmasını istemeyen şehrine sevdalı bir insandı benim gözümde. Gavurboğan, Sığırcık, Dere, Gül Ahmet, Çifte Minareli Medrese, Üç Kümbetler, Kale Mescidi, Cimcime Sultan Kümbeti ve daha nicelerini adım gibi ezberletmiştir babam hafızama. Gezdiklerim yerler ve babamdan duyduklarımı içerisinde şehrimle ilgili olarak beni en çok etkileyen ise Sığırcık Kuşları ve Çekirgeler Efsanesi olmuştur.
1992 yılının yaz başıydı. Okulların tatil olduğu gündü ve babamın da tatil günüydü. Babam daha önce karar verildiği üzere Sığırcık Mahallesi’ne gideceğimizi söylediğinde şaşırmıştım. Bu ismi ilk kez duyuyordum ve merak etmiştim. Babam gideceğimiz yerin Tebrizkapı’ da Leblebici yokuşunun yanında olduğunu söyleyince kafam iyice karışmıştı. Tebrizkapı, Leblebici Yokuşu, Sığırcık
Babam gezilerimiz de araç kullanmayı sevmezdi. Yürüyerek giderken farklı yerleri de görürüz ve onlar hakkında da bilgi sahibi oluruz derdi. Tebrizkapı’ya geldiğimizde Eski PTT binasının önünde durduğumuzda babamın dilinden tarihi bilgiler inci gibi dökülmeye başlamış ve bizim ilk tarihi bilgimiz, Leblebici yokuşu ile ilgili olmuştu. Eskiden kar yağdığında yokuşun bir cümbüş yerine döndüğünü, bazı çocukların kızaklarıyla, bazılarının sobaların önünden aldıkları taslarıyla, bazılarının ise naylon torbalarla yokuştan aşağıya kaydıklarını söylerken ise gözleri dolmuştu. Belli ki babamın da böyle bir anısı aklına gelmiş ve hüzünlenmişti. Babam, kızak kayanların en çok kızdığı kişilerin ise soba küllerini yokuşa dökenler olduğunu da söyledi. Kızak hatıraları bitince bu sefer ilk soruyu soran ben oldum.
-Neden bu mahalleye Sığırcık ismi verilmiş?
Babam Erzurum’da her mahallenin bir isminin olduğunu ve bu isimlerin gelişigüzel verilmediğini söyleyerek soruma cevap vermeye başladı. Ninelerimizin, dedelerimizin Osmanlı Devleti ile Ruslar arasındaki savaşta göstermiş oldukları kahramanlıktan dolayı Gavurboğan, Palandöken Dağında eriyen karların suları coşturmasından dolayı Dere, ilde görev yapmış Paşa valilerin isimleriyle Ali, Kasım, İbrahim, Ayaz Paşa Mahalleri hakkında bilgiler verdikten sonra söz nihayet Sığırcık’a gelmişti. Laf aramızda babama da Erzurum tarihi ile ilgili soru sormaya gelmiyor insanı, tuttu mu bırakmıyor. Babamın, evladım diye başlayan sözleri can alıcı bilginin verildiği anın geldiğinin habercisidir adeta.
Zamanın birinde mahalleyi çekirgeler istila eder. Mahallelinin ektikleri zarar görür, insanlar ise çekirge sesinden rahatsız olur. Çekirgelerin istilası bütün komşu mahallelileri de canından bezdirir. Mahalle halkı ne yaparsa yapsın çekirgelerden kurtulamaz. Mahalleli devrin önde gelen bir büyüğüne dertlerini anlatmaya karar verir. Birkaç mahalleli, büyüğün yanına gider ve durumlarını anlatır. Bilge kişi durumu bildiği için onlara sadece nasihat verir ve şu sözü söyler: “ Sığırcıklar gelir, çekirgeler gider.” olur. Mahalleli, bilge kişinin ne dediğini ilk başta anlamaz. Ümitsizce geri dönerler. Bir vakit sonra mahalle de Sığırcıklar uçmaya başlar. Sığırcıkların sayıları artmaya başladıkça çekirge sayısı azalır ve sonunda tek bir çekirge bile mahallede kalmaz. Çekirge sesleri kesilir, ürünlerde böylece kurtulur. Sığırcıklar gelmiş, çekirgeler hakikaten gitmiştir. O zamandan sonra da mahallenin ismi Sığırcık Mahallesi olarak kalmıştır.
Ne kadar ilginç değil mi? Her gün defalarca önünden geçtiğimiz yerlerin isimlerini bilmemek. Ben tarihe meraklı olduğum için bunları öğrenebildim. İstedim ki sizler de bunu öğrenesiniz.