Tarihsel kökenleri Antik Yunan ve Roma’ya kadar uzanan cumhuriyetçi düşüncenin devlet olgusu içinde insanoğlu açısından özel bir yeri vardır. Tarih de günümüzde olduğu gibi farklı coğrafyalarda, farklı görünümlerde ortaya çıkan cumhuriyet, insanlık tarihinin uzun soluklu yönetim şekillerinden biri olmuştur. Farklı zamanların etkisiyle cumhuriyete atfedilen değerler sistemi zaman içinde önemli değişikliler göstermekle birlikte cumhuriyetçi düşünce toplumcu özünü koruyarak günümüze kadar gelmiştir. Antik Yunan ve Roma’da felsefî bir karakter boyutunda kendini gösteren cumhuriyet, İslam tarihinde ise Dört Halife Dönemi’nde uygulanmıştır. Orta Çağda genel olarak uzunca bir süre suskunluk dönemi geçirdikten sonra Yeni Çağ sonlarına doğru modern bir hüviyet kazanarak günümüzdeki konumuna ulaşmıştır. Cumhur halk demektir, cumhuriyet ise halkın kral olduğu devlet yönetim şeklidir. Cumhuriyetçi düşüncenin günümüzdeki anlamını doğru olarak görebilmek ve çağımız açısından taşıdığı önemi kavrayabilmek için bu düşüncenin etrafında şekillenen derin felsefî mirasın ana hatlarıyla bilinmesi ve çağdaş yorumunun yapılması gerekir.
Türkiye’de Cumhuriyet
Cumhuriyet bizim üç bin yıllık çabamızın sonucudur. Bizim cumhuriyetimiz farklıdır; Orta Doğu’da gerçek bir evrimin neticesinde ortaya çıkmıştır. Biz meşrutiyeti, meclisi, anayasayı denedik. Cumhuriyet için konvansiyonel (anlaşmalı) bir meclis oluşturduk, harp ettik ve bütün bunların sonunda cumhuriyeti kurduk. 19 Mayıs 1919 yılında Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlatılan Ulusal Mücadele’nin ilk vakitlerinden beri yönetimde halkın iradesinin egemen olacağı açıkça ilan edilmiştir. Bu yolda çok çetin mücadeleler verilmiş ve yine bu yolda çeşitli kongreler yapılmış, genelgeler yayımlanmıştır. Millî Mücadele döneminde yayımlanan ilk genelge 28 Mayıs 1919 tarihli Havza Genelgesidir. Bu genelge ile ulusal bilinç uyandırılarak halkın işgallere karşı tepki göstermesi sağlanmıştır. Havza Genelgesinden sonra 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi yayınlanmış “millî irade” kavramından ilk kez Amasya Genelgesi’nde bahsedilmiştir. Erzurum Kongresi ile 23 Temmuz 1919 tarihinde yayımlanan bildirinin “Kuvayımilliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.” kararı bu anlayışın bir ifadesiydi. Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları tarafından 4 Eylül 1919’da gerçekleştirilen Sivas Kongresi ile “manda ve himaye” fikri reddedilmiş ve “ulusal bağımsızlık” düşüncesi benimsenmiştir. 28 Ocak 1920’de kabul edilen Misakımillî, Sivas ve Erzurum Kongrelerini esas alan bir metindi ve bir anlamda Milli Mücadele’nin siyasal hedeflerini oluşturmuştu. Bu gelişmelerden rahatsız olan İtilaf Devletleri ise 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal etti. İşgalin hemen ardından bazı milletvekilleri tutuklanarak Malta’ya sürüldü. 18 Mart 1920’de son toplantısını yapan Mebusan Meclisi, mevcut koşullar altında faaliyetlerini sürdürmesinin imkânsız olduğuna karar vererek dağıldı. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de yayımladığı genelgeyle ‘’Ankara’da olağanüstü yetkili bir meclisin toplanacağını duyurdu ve dağıtılmış olan mebuslardan Ankara’ya gelebileceklerin de bu Meclise katılmaları istendi. Mustafa Kemal, 22 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılışını duyurduğu genelgesinde ise bundan böyle ‘’Bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun emir alacağı en yüksek kat’’ın bu Meclis olacağını kaydetti. 23 Nisan 1920’de, Hacı Bayram’da cuma namazı kılınıp kurbanlar kesildikten sonra Meclisin açıldığı resmen ilan edildi. Cumhuriyete giden yolda büyük adımlar atılmasını sağlayacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması, Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından birisi oldu. Meclis kurulduktan sonra rejiminin ne olduğunu tam olarak bilmeyen bir yapının ortaya çıkmış olması, köklü devrimlerin yaşanması konusunda sağlam adımların atılmasını da beraberinde getirmiştir. Nihayet, cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923 günü gerçekleşen oturumunda Mustafa Kemal’in hazırladığı anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesiyle resmen ilan edilmiştir. Anlaşıldığı gibi cumhuriyet birkaç gün veya ayda ilan edilmemiş uzun bir dönemin içinden çıkmıştır. İşte bu yüzden farklıdır bizim cumhuriyetimiz. İşgalcilere karşı onur savaşı veren bir milletin küllerinden yeniden doğuşudur bizim cumhuriyetimiz. Olmaz denilenin imkansızın gerçekleşmesidir. Yeryüzünde yaşama hakkımızı belgeleyen İstiklal Savaşımız miskin ve bezginlerle değil ortak bir amaca büyük bir inançla giden insanlarla başarılmıştır, işte bu yüzden farklıdır bizim cumhuriyetimiz. Bir hilal uğruna nice güneşler batırdığımız, can verip nam aldığımız için farklıdır bizim cumhuriyetimiz. İzmir’de Gördesli Makbule, İzmit’te Erzurumlu Kara Fatma, Maraş’ta Sütçü İmam, Aydın’da Yörük Ali, Antep’te Şahin Bey’dir bizim cumhuriyetimiz. Bu yüzden “Biz cumhuriyetin ilanıyla yalnızca hür olmadık aynı zamanda hür olmayı sonuna kadar hak ettik.” Bunlara ilaveten belirtmek istiyorum ki: Asıl mesele yönetim biçimi değildir, asıl mesele kimin nasıl yönettiğidir. Suret değil siret önemlidir. Halk varsa cumhuriyet vardır halk yoksa cumhuriyet yoktur. Cumhuriyet bir potadır, bir paydadır. Yerelliği evrensel hâle getirir. Yani cumhuriyet benzerliklerle beraber benzemezlikler üzerine inşa edilir çünkü farklılıkların olduğu beraberlikler yaşanmaya değerdir. Sadece farklı olmak yetmez, “İşte biz bu kadar renkliyiz.” diyebilmektir , cumhuriyet. Cumhuriyet her şeyden önce bir fazilet rejimidir. Fazilet ise duyguda, fikirde, işte birliği velhasıl kelam mukaddes değerlerde bir araya gelebilmeyi karşılar. O hâlde “Cumhuriyet bir fazilet rejimidir.” denildiğinde birbirlerinden farklı niteliklere sahip olan bireylerin meydana getirdikleri bir armoni bir ahenk olarak anlaşılmak zorundadır. Mustafa Kemal Paşa’nın dediği gibi: Her fert istediğini düşünmek istediğine inanmak kendine mahsus siyasî bir fikre sahip olmak seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz. Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyulur. Demek ki farklılıklar cumhuriyetin özünü meydana getirir. Bu bağlamda sözlerimi İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un birliği ifade eden şu mısralarıyla bitirmek istiyorum:
Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi cephede birdir vuran yürek, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.
Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun. Yazı için Ömer İhsan Günay’a teşekkür ederim.