Bayramlar, sadece şeker ya da et dağıtmak değildir. Asıl ikram, gönüllerin açıldığı, hafızaların yoklandığı, yaşanmışlıkların yeniden dile geldiği sohbetlerde saklıdır.
Bu bayram sabahı, yaz yeni yeni yüzünü göstermeye başlamışken, Hafız Cafer Özdemir amcamı ziyarete gittim. Evin serin köşesinde, el emeğiyle hazırlanmış bir bardak meyve suyu eşliğinde başladığımız sohbet, fark ettirmeden bizi yıllar öncesine götürdü. Zamanın durduğu, kelimelerin usul usul yüreğe aktığı o anda içtiğimiz meyve suyu değil, adeta geçmişin ta kendisiydi…
Yıl 1960’ların ortaları… Erzurum henüz bugünkü gibi kalabalık değil ama kışı, her zamanki gibi sert ve ısırıcı. Mevsim yaz olsa da anlatılan hikâyenin mevsimi kar, tipi ve titreten hatıralarla dolu. Amcam, Caferzâde Medresesi’nde hafızlık yapıyor. Hocası, adı saygıyla anılan Mehmet Gürgür. O yıllarda ilim, çileyle yoğrulurdu. Bir yanda ezberlenecek ayetler, diğer yanda harçlık kaygısı…
Bir arkadaşı, bir öneride bulunur:
> “Bayram günü Karskapı Şehitliği’ne gidelim. Kur’an okuruz, belki birkaç kuruş verirler.”
O sabah, tipiye aldırmadan yola çıkarlar. Karskapı civarına vardıklarında mezarlık sessiz ve ıssızdır. Bir süre sonra bir adam gelir, amcamın arkadaşını yanına alıp götürür. Amcam yalnız kalır. Ayaz, ellerini çatlatır; ama sabırla bekler. Tam o anda uzaktan bir fayton görünür. İçinden iki hanımefendi iner. Sessiz, vakur bir ifadeyle yaklaşır, Kur’an okunmasını isterler.
Amcam ayağa kalkmak isterken ayağı kayar, faytonun altına düşer. Canı yanar, bileği burkulur ama belli etmez. Kadınlar “hastaneye götürelim” der, o ise mahcup bir tebessümle reddeder. Çünkü hastaneye giderse Kur’an okuyamayacak, okuyamazsa da harçlık kazanamayacaktır.
Kur’an tilaveti tamamlandığında, kadınlardan biri, onun çatlamış avucuna 5 lira bırakır. O an gözlerinde ışık parlar. Sinema bileti 50 kuruş… Bu para, onun dünyasında neredeyse bir servettir. Küçük elleriyle sımsıkı kavrar, avucunda ısıtır.
Az sonra arkadaşı döner. Sevinçle anlatır:
> “Beş lira verdiler!”
Ama bu sevinç kısa sürer. Geri dönüş yoluna koyulduklarında amcam hâlâ topallamaktadır. Yorulduğunda, arkadaşının sırtına binmek zorunda kalır. Fakat bir şeyi unutur: Parayı güvenli bir yere koymamıştır.
Dinlenmek için durduklarında cebini yoklar… Boştur.
Geri dönerler. Karlar arasında birkaç kuruş dışında hiçbir şey bulamazlar. Soğuk yorar ama hayal kırıklığı daha derin iz bırakır. Ama asıl endişe, hocasının ne diyeceğidir.
Medreseye vardıklarında hocası Mehmet Gürgür onu yanına çağırır. Önce sessizce bakar, sonra şu cümle dökülür:
> “Cafer… Ben bu medresede mezarlıkta para karşılığı Kur’an okumaz diyeceğim tek öğrencim sendin. Ama beni yanılttın.”
Bu söz bir azar değil, kalbe işleyen bir sitemdir. Amcam o gün yalnızca burkulan bileğinden değil, işte bu cümleden topallar.
Ve o gün, Hafız Cafer Özdemir’in parayla okuduğu ilk ve son Kur’an olur.
Ev yapımı meyve suyu bardağında kalan son damlayla birlikte bu hatıra da içimize sindi. Erzurum’un karları altında kaybolan 5 lira, bir ömrün unutulmaz dersine dönüştü. Karskapı Şehitliği’nin o sessiz köşesi, belki hâlâ bir çocuğun içli duasını taşıyordur göğe.