Eğitimde yeni bir dönem başladı. Artık klasik dershane mantığı, toplu ders anlatımlarıyla onlarca öğrenciyi aynı kalıba sokmaya çalışan anlayış cazibesini kaybetti. Yerine, bireysel ihtiyaçları merkeze alan, öğrenciye özel alanlar açan bir model geliyor.
Bugün etüt salonları, sessizliğiyle dikkati toplayan kütüphaneler, hocayla birebir ders imkânları ve farklı uygulamalarla karşı karşıyayız. İlk bakışta bu, modern bir yenilik gibi görünse de bana göre aslında tarihin doğal bir akışıdır. Çünkü bu sistem, eski dönemlerdeki medrese eğitimini hatırlatıyor.
Osmanlı’nın ilim merkezlerinden Süleymaniye Medreseleri’nde talebeler, hocalarının huzurunda birebir ders alırdı. Talebe, dersini hazırlamadan hocasının karşısına çıkmaz, aldığı yönlendirmeyle kendi çalışmasına devam ederdi. Bir başka örnek, Taşmedrese geleneğidir. Burada öğrenciler, ilgi alanlarına göre yönlendirilir; kimi fıkıhta, kimi tefsirde, kimi mantıkta ilerlerdi. Hocaların etrafında oluşturulan “ders halkaları” ise bugünkü etüt salonlarının bir benzeri gibiydi.
Eğitimde bireysel ilginin önemi tarih boyunca vurgulanmıştır. İmam Gazali, “Çocuğu eğitmek, altını işlemek gibidir. Üzerine eğilmezsen paslanır, işlenirse değer kazanır” der. Hz. Ali ise, “Çocuğunuzu kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştiriniz” diyerek geleceğe odaklanmamız gerektiğini hatırlatır.
Modern çağda da benzer görüşler karşımıza çıkar. Albert Einstein, “Eğitimin amacı, insanları düşünmeye alıştırmak olmalıdır, ezberlemeye değil” sözleriyle bireysel düşünmenin önemini vurgular. John Dewey ise, “Eğitim, hayata hazırlık değil; hayatın kendisidir” diyerek öğrenmenin hayatla iç içe olması gerektiğini anlatır.
Bugün Türkiye’de pek çok özel okul ve kolej, bu anlayışı uygulamaya başladı. Öğrenciler, ders sonrasında etüt salonlarına geçiyor, eksiklerini tamamlıyor. Kütüphaneler sadece kitap saklanan yerler olmaktan çıkıp, sessiz birer üretim alanına dönüşüyor. Birebir derslerde öğretmen, öğrencinin seviyesine göre yol haritası çıkarıyor. Hatta bazı üniversitelerde danışmanlık sistemleri, adeta eski medrese usulünü hatırlatacak şekilde öğrenciyi bireysel olarak takip ediyor.
Bizim tarihimizde ve bugün dünyada ortak bir fikir var: Gerçek öğrenme, bireysel ilgiyle başlar. Öğrenci, kendi yolunu keşfetmeli; öğretmen de o yolda bir rehber olmalı.
Bugün bir kütüphanede sessizce ders çalışan bir öğrenciyi gördüğümde, bana yüzlerce yıl önce medrese avlusunda kitap okuyan talebeleri hatırlatıyor. Demek ki eğitimde hiçbir şey kaybolmuyor, sadece biçim değiştiriyor. Ve bu dönüşüm, geleceğin daha sağlam temeller üzerinde yükselmesine vesile olacak.