Vakti zamanında bir ermiş vardı. Adam bütün hayatını Allah'a ibadet ve tâat içinde geçirdiği için mal ve servet biriktirmemişti. Kendi yağıyla kavrulmuş, kıt kanaat geçine gelmişti. Fakat ömrünün son günlerinde iyiden iyiye geçim darlığına düşmüş ve tâkatten de kesilmişti.
Bir gün karısı ermişe, geçim darlığından şikayet ederek, "Kocacığım, ne olur, Allah'a dua et de biraz dünyamız genişlesin, ferah kavuşalım" der. Ermiş de Allah’a yalvarıp yakararak O'ndan biraz dünyalık ister.
Kadın odaya girdiğinde bakar ki köşede bir tuğla büyüklüğünde sapsarı bir altın külçe durmaktadır, hemen alıp, "dilediğimiz kabul oldu" diyerek sevinç çığlıkları arasında kocasına gösterir. Kocası da "Al, dilediğin gibi harca karıcığım" der.
O gece ermiş rüyasında kendini Cennette bir tuğlası eksik bulunan altından bir köşkün yanında görür. "Bu köşk kimindir?" diye sorunca melekler, "sizindir" diye cevap verirler. Adam tekrar, "pekâlâ, bunun eksik tuğlası nerede?" diye sorunca, "size gönderdik" cevabını alır.
Ermiş uyandığında karısına altın külçeyi getirmesini söyler. Külçe gelince de başucuna koyarak şu samimi sözlerle Allah'a el açıp yalvarıp yakarmaya başlar:
"Allah'ım! Bana bahşettiğin altın külçeyi geri sana iade ediyorum. Ne olur kabul buyur."
Allah da altın külçeyi kabul ederek Cennet'teki köşkün eksik yerine koyar.