Rahmetli babam öğretmen Hasan İlmak’ın (1945-2013) 21 yıl önce, torunları Doğa ve Doğu’ya yazdığı ve Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında teslim edilsin diye PTT’ye emanet ettiği mektup, Bursa, Kıbrıs, tekrar Bursa, sonra Konya ve nihayet Mersin hattındaki uzun ve maceralı yolculuğunu tamamlayarak birkaç gün önce çocuklarımın eline ulaştı.
19 Haziran 2002’de yazdığı bu mektupta babam; 10 bin 220 gün sürmüş meslek hayatının istisnasız tamamını zorunlu hizmet (doğu hizmeti) bölgesi diye tabir edilen mahrumiyet bölgelerinde geçirmiş bir öğretmenin kendi akıl ve gönül imbiğinden geçirdiği vatan ve millet aşkını, koşulsuz ve sınırsız insan sevgisini, eksilmez idealizmini, sorumluluk duygusunu ve ülküsünü, ailesine bağlılığını, özetle onu muhteşem bir insan ve muhteşem bir öğretmen yapan tüm değerleri iki sayfaya sığdırarak Doğa ve Doğu’ya anlatmış.
Bilgisayarın erişemeyeceği kadar güzel, inci gibi el yazısıyla kaleme aldığı mektuplarla Doğa ve Doğu gibi 2002’de henüz çocukluklarını yaşayan diğer torunları, sevgili yeğenlerim Beyza ve Nisa’ya da seslenmiş canım babam. Elbette eğer dünyaya geleceklerini kestirebilseydi aynı sözlerle torunları Damla’ya, Miraç’a, Ecrin’e, Beren’e, Bora’ya ve Karan’a da seslenecekti. Zaten bu mektup(lar), babamın yadigârı ve soyu olan çocuklar kadar onun öğrencilerine ve canından aziz bildiği ülkesinin ve dünyanın tüm çocuklarına öğüt niteliğinde.
Hatırlar mısınız bilmem; 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanan romancımız Orhan Pamuk (1952, İstanbul), 7 Aralık 2006 günü İsveç’te ödülü alırken yaptığı, daha sonra ‘Babamın Bavulu’ olarak adlandırılıp tam metniyle yayınlanacak konuşmasında şunları söylemişti:
“(...) Ölümünden iki yıl önce babam kendi yazıları, el yazmaları ve defterleriyle dolu küçük bir bavul verdi bana. Her zamanki şakacı, alaycı havasını takınarak, kendisinden sonra, yani ölümünden sonra onları okumamı istediğini söyleyiverdi. “Bir bak bakalım” dedi hafifçe utanarak, “işe yarar bir şey var mı içlerinde. Belki benden sonra seçer, yayımlarsın. (...)”
Benzer bir duyguyla bugün ben de geçmişten gelip Doğa ve Doğu’ya ulaşan mektubu sizinle bütünüyle paylaşmak isterdim; ama kişiye özel yazıldıkları için tümünü paylaşamayacağım. Yine de torunlarıyla birlikte, çok açık biçimde bütün öğrencilerine, hatta aslında ‘dünyanın bütün çiçeklerine’ seslendiğini düşündüğüm birkaç cümleyi çocuklarımının izniye siz sevgili okurlarımla paylaşmam gerektiğini düşünüyorum.
Diyor ki benim öğretmen babam:
“Yavrularım, önünüze gelen tüm imkânları iyi değerlendirin, zorluklara göğüs gerin, yılmayın, o zaman üzerine eğildiğiniz işi başarırsınız! Ama arada geri dönüp baktığınızda noksan bir şeyin kalmadığına da dikkat edin. Asla ‘Yapamıyorum, yapamam!’ demeyin. Elinizden gelenin en iyisini, en güzelini yapın. İnsanları asla hor görmeyin, sevin ki onların gönlünde yükselesiniz...”
Çok okurdu. Ama babam, bu mektupta okuduklarını değil, daha çok Anadolu’nun ücrasında yaşadıklarını ve tanık olduklarını özetlemiş. Çok da doğru demiş; hakikaten hangi gönül, kendinden haz etmeyen, kendine hor bakan birini benimser ve yüceltir ki? Kim, zorlukları göğüslemeden kahraman olabilmiş ki?..
Sevgisizliğin üzerine kurulu geçici itibarın adı ‘korkudur’ ve o da bir gün illaki aşılır, korkulan şey yerle bir olur! Mesele, gönüllerde ayakta kalmak...
Devam ediyor babam:
“Yaşam bilinci; dünü, bugünü ve yarını kapsayan bir süreklilik içinde kavranmalıdır. Gelecekle ilgili kaygılar taşıyan ve geleceği tasarlayan toplumlar, hayat ve tarih bilincinden tarihi doğdu kavrama iradesinden vazgeçmezler. Çünkü yaşamın sırrı; dünü anlayıp bugünü geliştirmekte ve geleceğin nasıl olacağını belirlemekte gizlidir.”
“Yavrumun yavruları, hayatta ilkeleriniz nezaket, alçakgönüllülük ve olgunluk olsun. Hayat gelip geçicidir; ben yaşıyor olmaya değil de sizlere, çocuklarıma ve de hayatını benimle paylaşan babaannenizin sevgisine, nezaketine doyamadım. Sizleri bu duygularla öpüyorum, öpüyorum, öpüyorum...”
Keşke bizim de ona hiç doyamadığımızı, onu çok özlediğimizi anlatmak için sadece bir saatimiz olsaydı...
Düşünsenize, şimdi birlikte olduğunuz ve çok sevdiğiniz insanlarla geçirebileceğiniz saatleriniz var. Bu ne kadar değerli bir şey...
Okuduğunuz cümlelerden sonra babam bir de dilekte bulunmuş çocuklarından:
“Bu mektubu okuduğunuzda siz 24 yaşında olacaksınız; ben hayatta olur muyum bilemem ama eğer ölmüş olursam mezar taşıma şunu yazdırın:
‘Rüyaları kara tahta, parmakları tebeşir’ olan dedemizin ruhuna El-Fatiha...”
...
Az önce okuduğunuz öğütler benim çocuklarıma büyük bir sorumluluk yüklüyor. Bir manevi vasiyet bu. Çok şükür ki onlar bunun farkında ve ben de o farkındalıktan ötürü müsterihim, çocuklarımla gurur duyuyorum...
Öte yandan bu öğütler sizin de illaki bildiğiniz şeylerdir.
Aile büyüklerinizden, adını tarihe yazdırmış eğitimcilerden, filozoflardan, çağını aydınlatmış büyük devlet adamlarından işitmişsinizdir böyle cümleleri; ama bizim bizzat Hasan Öğretmen’den, yani babamızdan ve dedemizden bu şuuru ‘vasiyet’ halinde devralıyor olmamız nasıl gurur ve heyecan veren bir şey, bir teyit ediş ve yineleme, işte bunu bizim ifade etmemiz, sizin de tahmin etmeniz kolay değil.
★★
Rastlantıya bakın ki 28 Kasım günü, tam da ‘Dünya Mektup Yazma Gününde’ babamın mektubu bana tutanakla teslim edildiğinde odamda Amerika Birleşik Devletleri’nin Adana Elçisi-Müsteşarı Sayın Bayan V. LeBailly’i ağırlıyordum. Kendileriyle bir dil eğitimi projesinin finalini yapmak üzere buluşmuştuk.
Bayan LeBailly ve beraberinde bulunan yine ABD elçiliğinden eğitim ateşesi sevgili Erica, o an inanılmaz bir zamanlamayla tam gelen mektubun ne olduğunu öğrenince çok şaşırdılar.
Ama daha önemlisi, mektubun ‘artık hayatta olmayan bir öğretmenden torunlarına, hem de Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı onuruna yazıldığını’ öğrendiklerinde Türk insanının değerlerine bağlılığına duydukları hayranlığı dile getirdiler.
Teşekkür ettim onlara.
Misafirperverlik gereği...
Ama merak etmeyin, teşekkür etmekle birlikte; aynı değerlerin bizi gereğinde bütün dünyayı karşımıza alacak kadar cesaretli kıldığını; dostluğumuzun ve sadakatimizin paha biçilmez kıymeti kadar öfkemizin veya kırgınlığımızın da çok şeyleri değiştirme gücüne sahip olduğunu Amerikalı dostlarımıza açık biçimde ifade ettim. Kayda almışlardır...
Öyle sanıyorum ki babamın ruhu, bu ifadelerimden sonra şâd olmuştur.
O an, onun da beni duyduğundan emindim.
Beni bu hassasiyetle yetiştirdiği ve bugün de kendisi hayatta değilken bile aynı manevi değerleri torunlarına aşıladığı için sevgili babam Hasan Öğretmen’e sonsuz minnet duyuyorum.
Onu çok özlüyorum.
Mekânı cennet olsun...