Rakamlar, çoğu zaman sözcüklerden daha dürüsttür. Eğer ‘üzerinde politik oynamalar (dezenformasyon) yapılmamışsa’ tabii. Onlar bize politikadan, herhangi bir partinin çıkarlarından ve hamasî duygulardan arınmış gerçek tabloyu gösterirler. Elbette sonraki aşamalarda da duygularımızı ve davranışlarımızı tetikleyecek, dolayısıyla geleceğe dönük girişimlerimizi etkileyecek önemli reaksiyonlar doğurur gerçeği yansıtan rakamlar.
Tam da bu bağlamda ve tam da eğitim-öğretim yılının ikinci çeyreğindeyken, henüz iş işten geçmeden yani; yaşadığımız ülkeye, dünyaya, çağa ilişkin bazı rakamları çocuklarımıza mutlaka ve hiç unutmayacakları biçimde öğretmemiz gerektiğini düşünenlerdenim:
Türkiye’nin yüzölçümünü ezbere bilmeli tüm çocuklarımız.
Bu bilgi, ortaöğretim coğrafya müfredatında var; 780 bin kilometrekarelik bir ülkede yaşadığımızı, 8. Sınıfı bitirmiş tüm çocuklarımız muhtemelen biliyor; ama ülkemizin yüzölçümü bilmek yetmez! Onunla birlikte, ülkemiz yüzeyinin yalnızca 208.260 kilometrekaresini ormanların oluşturduğunu da bilmeliler.
Veriler, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hazırladığı ‘Orman Atlası’ndan.
Çocuklarımız, ‘çölleşmenin aslında ne demek olduğunu’ algılayabilmek için Orman Atlası’ndaki referans rakamları da öğrenmeliler.
Tabii son 10 yılda 20 binden fazla orman yangını yaşadığımızı, sadece 2013-2023 arasında yaşanan bu yangınlarda 15 bin hektardan fazla ormanımızı kaybettiğimizi de yine ‘acıklı birer referans’ olarak çocuklarımıza öğretmeliyiz.
Bilmeli ki çocuklarımız, öyle ususl usul da değil artık başdöndürücü bir hızla çölleşiyoruz. Buna rağmen, bırakın ülkemizi nüfus artışı oranında ağaçlandırmayı, aksine her yıl ormanlarımızın çok önemli kısmını yitiriyoruz, koruyamıyoruz, en çok da dikkatsizliğimize kurban ediyoruz! Böyle giderse çocuklarımız 50 yıl sonra kendi çocuklarıyla sığınabilecekleri bir ağaç gölgesi bulamayacaklar. Bulsalar bile altında bir saat oturabilmek için belki servet ödeyecekler.
★★
Çocuklarımız, ‘Türkiye’nin yönetsel yapısıyla ilgili bazı rakamları’ da mutlaka ezbere bilmeli. Gerçi rakamlar gün be gün değişiyor; ama hiç olmazsa tamamladığımız her yılın rakamları, onların belleğinde güncellenmeli:
İçişleri Bakanlığı, Türkiye yönetim hiyerarşisinin 81 il (30’u büyükşehir), 923 ilçe ve 1946 belde ile biçimlendiğini açıkladı. Rakamlar, 2013 yılını rapor ediyordu. Yani çok güncel gibi görünmese de aslında bugünkü hayatımızla aynı.
YAYED (Yerel Yönetimler Araştırma, Yardım ve Eğitim Derneği) nispeten daha güncel sayılacak verilerine göre ise tüm bu yönetsel birimlerin sadece 26’sını kadın belediye başkanları yönetiyor.
Oran: 2950’de 26…
Ve yani % 0,8…
Yazıyla: ‘Binde sekiz!’
Çocuklarımıza yön vermesi gereken ‘pusula niteliğindeki rakamlar’ bunlarla da sınırlı değil:
Parlemontomuzun 28’inci döneminde görev alan 600 milletvekilinden 121’inin (% 20’sinin) ve Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin 17 bakandan sadece 1’inin (kaba hesapla % 5’inin) kadın olduğunu da bilmeli çocuklarımız.
Halbuki 84,8 milyonluk ülke nüfusumuzun %49’u kadın...
Tüm çocuklarımız, hayatlarına yansıyacak bu önemli rakamları belleklerine yazmalılar. Tabii bu rakamların ifade ettiği eksikliği de…
Özellikle erkek çocuklarımız, büyüdükleri zaman eşlerine, kızlarına, kız kardeşlerine adil fırsatlar sunabilmek için bu çarpık rakamları -bütün yüz kızartıcılığına rağmen- beyinlerine kazımak zorundalar.
Yoksa onlar da tıpkı bizim gibi ‘siyasetteki şefkat eksikliğinden’ yakınacaklar. Onlar da olaylara ve sorunlara annelik içgüdüsüyle yaklaşabilen siyasetçiler düşlemeye devam edecekler.
Geleceğin Türkiye’sinde…
Godot’yu bekler gibi…
★★
Türkiye’deki motorlu taşıt sayısını ve bunların atmosfere hangi oranda zehirli gaz salınımı yaptığını da yine ezbere bilmeli çocuklarımız.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2022 yılı trafik-tescil verilerine göre Türkiye’de tam 26.482.847 motorlu araç var. Bu sayıya son 6 ayda çoğu otomobil olmak üzere en az 400 bin aracın daha eklendiği öngörülüyor. 27 milyona yakın motorlu taşıtın yarıya yakınını otomobiller oluşturuyor.
Öte yandan Verimlilik Uzmanı İhsan Göçen’in Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yayımı Anahtar dergisinde (Ocak-2012, 277. Sayı) yer alan makalesine göre; atmosfere zehirli gaz salınımı, %85 oranında fosil yakıt tüketiminden kaynaklanıyor!
Bu rakamların aradan geçen 10 yıl içinde çok daha olumsuz bir hâl aldığını tahmin etmek güç değil.
Petrol tüketimi ve motorlu taşıtlar, en çok da toplam taşıt sayısının yarıya yakınını oluşturan otomobiller, keyfi kullanımdan ötürü bu korku-gerilim filmindeki ‘seri katil’ rolünü üstlenmiş durumda. Kuşku duymadan söyleyebiliyoruz: Fosil yakıt kullanımını, tüm dünyada sayısı 1 milyar 430 milyonu bulan motorlu taşıtlar ve bilhassa otomobiller körüklüyor.
Yine bu doğrultuda; Adnan Keçeci’nin Dışişleri Bakanlığı web sitesinde yayınmış ‘Türkiye’de Karayolu Taşımacılığı’ başlıklı makalesiyle vurguladığı üzere ülkemizde taşımacılık % 95,2 oranında ‘karayolu taşımacılığı’ biçiminde -dolayısıyla da motorlu taşıtlara havale edilmiş haliyle- gerçekleşiyor. Hibrid veya elektrikli motorların birşeyleri değiştirebilecek kadar yaygınlaşacağı o yakın çağa (?) kadar bazı şeyleri kaçınılmaz görebilirsiniz; ama bu rakamın da yarıdan fazlasını bir yerden bir yere toplu taşıma araçlarını kullanmadan, otomobilleriyle ulaşan insanların oluşturduğunu düşününce işte tam orada azıcık durmak lazım. Ekonomik tutarsızlık mı dersiniz, konfor düşkünlüğü mü, kasten çevre kıyımı mı; bu size kalmış…
Bana düşen; sıraladığım bunca rakamı ve rakamların yansıttığı felaketi çocuklarımıza öğretme zorunluluğumuzu şimdi, tam da yıl biterken, sosyal sorumluluk gereği size anımsatmak.
Ve önce kendi hayatımı, alışkanlıklarımı değiştirmek...
Bitirmeden...
Bir yere -başlığa- takıldığınızın farkındayım, haklısınız, ‘ezberletmek’ biraz itici; o halde bir yolunu bulup bütün bu doğurgan bilgileri ‘çocuklarımızın belleklerine silinmez biçimde kazımalıyız, irdeletmeliyiz ve içselleştirmeliyiz’!
Bu arada mutlaka irdeleme ve karşılaştırma yapmalarına yetecek referanslar da sunmalıyız çocuklarımıza.
Gerçek hayattan, çağdaş dünyadan iyi örnekler, olumlu rakamlar…
Ki inansınlar onlar, bazı şeyler gerçekten değiştirilebiliyormuş, ‘Böyle gelmiş, böyle gider!’ diyenler bazen yanılabiliyormuş..
Sayın Yazar, bu işler - malı, - meli demekle olmuyor. PİSA raporları ortada, Türkiye'de yüzde 19 öğrenci okula aç gidiyor. PİSA aç mideyle , matematikte başarılı olunamaz diyor. Bu ülkede, yüzde 19 çocuk, normal olarak et, balık, tavuk tuketirken, yüzde 64 çocuk ekmek, bulgur, makarna tüketiyor. Allah, insanı, et, süt, peynir, yumurta, sebze, meyve vb. gıdaları alıp vücudunu sıhhatli ayakta tutmak için yaratmıştır. Bunları düzenli tuketemiyor, ekmek, makarna tüketiyorsa açtır. Bunların yetkililer tarafından yerine getirilmesi gerekmez mi ? .. bu durum neden görülmüyor, hasır altı ediliyor ? .. ha bir de ezbere dayalı, klasik eğitimden verim alınamaz. Öğrencinin, elestirmesi, sorgulaması, akletmesi, yorum yapması, irdelemesi gerekir. Bu ülke eğitiminde bu yok. Halen biat kulturune bağlı cemaat ve tarikatlerin dogmalariyla mutabakat yapiliyor, akıl, irade, bilim yok ediliyor. Müspet ilim yok edilirse, sizler de daha çok böyle malı, meli yazılar yazarsınız. Selamlar.