‘Ucuz Roman’ı seyretmiştik...
Adında ‘roman’ geçiyordu ve fakat Quentin Tarantino, 1994’te bize film olarak sunmuştu bu kült yapımı.
Ucuz Roman’dan önce ve sonra, başlığında ‘ucuz hayat’ tamlamasına yer vermiş belki sayısız yazı okuduk gazetelerde, dergilerde.
Melih Aşık’tan, Ali Kişmir’den, onlarca başka yazardan ve nihayet Ankara Ticaret Odası’nın yayımlandığı tarihte çok ses getirmiş o ünlü Şubat-2010 raporundan okumuştuk ucuz hayatları…
İnanılır gibi değil; ayrıntılarını dün gibi hatırladığım o yoksulluk manifestosunun üzerinden 13 yıl geçmiş. Ama o günkü ATO Başkanı Sinan Aygün’ün adı hâlâ siyasetin de ticaretin de gündeminde.
Her neyse; biz geçen yıllar içinde iyice belledik ki ucuz diye nitelenen hayatların her biri, aslında acıklı birer hikaye, hepsi de ekonomik terimler arasına sıkışmış benzersiz birer dram…
Tıpkı ‘ucuz malların’ ya da ‘ucuz mala yönelişin’ aslında dikkate değer bir ekonomik hikayesi olduğu gibi…
★★
Özellikle büyük kentlerde ‘Halk Ekmek’ büfelerinin önlerinde sabah daha gün ışımadan uzamaya başlayan kuruklar oluyor, bilmem gördünüz mü hiç?
Benim evden işe, işten eve yolumun üzerinde birkaç tanesi var; her sabah otomobilimle önlerinden geçerken yarı üzüntü, yarı hicap ile başımı başka yöne çeviriyorum. 70-80 yaşında kadınların, erkeklerin o yılgın yüzlerine bakmak, çalışan iş güç sahibi biri olarak çok mütevazı bir hayatım olsa da beni sahip olduklarımdan ötürü mahcup ediyor.
Nasıl tarif edeyim?
Sokağın gerçekleri, ‘ucuz şeyleri’ hayatın neresine, nasıl konumlandırırmamız gerektiği konusunda muhayyelemizi bir kez daha harekete geçirecek değerde.
Halk ekmek, askıda ekmek, öyle ya da böyle ekmek...
Fiyatı ne denli indirilirse indirilsin, ekmeğin ekonomik değeri hiç düşmüyor; zira bizde kültürel ve sembolik çağrışımları da değeri de asla azalmıyor ekmeğin.
O, en zenginlerin sofrası ile garibanların sofrasındaki ortak nimet. Zenginlerle yoksulların ekmek tüketim miktarı belki değişiyordur; ama hiçbir evde ekmeksiz sofra kurulmuyor.
Gecekonduda da köşkte de ekmek baş köşede…
★★
Hani demin ‘ekmeğin sembolik değeri’ dedim ya…
İlginçtir ki bu varlık (ekmek), hayatımız boyunca belki de en sık kullandığımız metaforlardan biri:
Mesela…
İster Karun gibi varlıklı olalım, ister yokluk içinde kıvranalım…
‘Ekmek davası’ deyip sarılıyoruz hayata…
Dört elle…
Namusuyla varlık edinmiş zengin de ‘umudunu ekmek yapmış’ yoksul da çok çalışmak zorunda…
O yüzden işte çocuğumuz ‘ekmeğini eline aldı’ diye seviniyoruz…
Ya da ‘Ekmeğimi taştan çıkardım!’ deyip gurur duyoruz kendimizle…
‘Başkasının ekmeğine kem bakmadım…’ diyerek o halis gururu pekiştiriyoruz.
Namusun ve asaletin beynelmilel tarifini de yapmış oluyoruz böylece.
Kimilerine ‘Ekmeğini yemişliğim vardır…’ deyip vefa besliyoruz …
Bu da önemli bir değer.
Sıradan insanı ‘adama’ dönüştüren cinsten bir değer…
Lügat ortada;
değerli bulduğumuz ya da değerine ortak olduğumuz çok ama çok şeyin içinden ‘ekmek’ geçiyor…
‘İçinden ekmek geçen şeyler’ ise hiçbir çağda, hiçbir memlekette ucuzlamayan şeyler…
Ve yani…
Halk için kaygılanan, iyi niyetle ‘garibanların ekmeğine yağ süren’, hani bir de bunu hiçbir politik hesap yapmadan, tümüyle sosyal kaygıyla ve toplum yararına yapanlara; ‘Halk Ekmek’ demişken, bu nazik operasyonu, ekmek üreten esnafı da mağdur etmeden başarabilenlere selam olsun!
Hani ‘su’ ile söylenen iyi dileği biliyoruz ya…
Onlar da işte ‘ekmek gibi aziz olsunlar’.
★★
Ah, sahi üzerine o kadar konuştuktan sonra...
Biliyor musunuz, sizin yaşadığınız yerde bir standart somun ekmeği kaç lira?
Hadi bir basamak daha zorlaştıralım soruyu: Standart somun ekmeği ortalama kaç gramdır veya kaçla kaç arası gram olur?
Piyasa türbülansında bu iki soruyu da joker kullanmadan doğru yanıtlayabildiyseniz bizdensiniz, halktansınız yani: 100 Puan!
Lakin sarsılan ekonominizden ötürü indiğiniz halk seviyesinde olmaya eğer hâlâ uyum sağlayamadıysanız merak etmeyin, zamanla alışılıyor...
Yok iki soruyu da bilemediyseniz işte bu biraz karışık: Ya çok zenginsiniz ve somunla, pideyle işiniz yok ya alış-verişi yengeye, çocuklara devrettiniz -yani o derece yoğunsunuz- ya da hesabın kitabın ucunu çoktan kaçırdınız, hani tabiri caizse seleyi suya verdiniz. ‘Amaaaan bana ne, ben zaten hep beş tane alıyorum...’
Allah sonunuzu hayır etsin, ne diyeyim?