Kıyâme Suresi ve ek olarak alıntılanan Müddessir Suresi'nin 48–56. ayetleri, Kur’an’da ahiret inancı, insanın bireysel sorumluluğu ve ilahi hesap bilinci üzerine odaklanan, çarpıcı metaforlarla yüklü ayetlerdir. Bu bölümler, özellikle modern insanın sorgulayıcı, inkâra eğilimli, konfor odaklı ve sorumluluktan kaçan eğilimlerine karşı çok yönlü uyarılar içerir.
Surenin başında kıyamet gününe yemin edilerek konuya giriş yapılır: “Kıyamet gününe yemin ederim. Kendini kınayan nefse yemin ederim” (Kıyâme, 1–2). Bu yeminler, hem olayın önemine hem de insanın iç dünyasında var olan vicdanın tanıklığına dikkat çeker. Devam eden ayetlerde insanın ölüm sonrası yeniden diriltilmesine dair şüphelerine cevap verilir: “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter” (3–4). Bu vurgu, yaratmanın detayındaki kudreti ifade eder ve modern genetik bilimiyle kurulan ilişki açısından da dikkat çekicidir. Günümüz insanı teknoloji, yapay zekâ ve tıbbın sunduğu imkânlarla ölümün sınırlarını zorlamaya çalışırken, ölüm sonrası hayatı ve yeniden yaratılışı inkâr etmektedir. Ayetler bu inkârın boşluğunu ortaya koyar: “Parmak uçlarını bile…” yaratmaya kadir bir kudret karşısında inkâr, sadece bir irade problemidir.
İnsanın inkârı, çoğunlukla bilimsel gerekçelerle değil, psikolojik ve iradî bir tercihle ortaya çıkar. “İnsan önündekini yalanlamak ister” (5). Bu, gelecekte karşılaşacağı kıyamet gününü zihninden silmek istemesidir. Günümüz insanı da benzer şekilde ölüm gerçeğiyle yüzleşmemek için anlık hazlara yönelmekte, kaçınılmaz olanı görmezden gelmeye çalışmaktadır. Modern hayatın hız ve haz odaklı yapısı, kıyameti unutturmakta ve insanı köksüz bir yaşama sürüklemektedir.
Kıyametin tasviri, hem metafizik hem de kozmolojik bir düzlemde verilir: “Göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman” (7–9). Bu ifadeler, kozmik ölçekte olağanüstü olayları bildirir. İlahi kudretin tabiat üzerindeki hâkimiyetine işaret eder. Bugünlerde insanlık, iklim krizi, güneş fırtınaları ve yapay zekâ kaynaklı “kıyamet senaryoları” üretirken, bu ayetler “Gerçek kıyamet, sizin tahayyül ettiğinizden bambaşka ve kaçışı olmayan bir andır” mesajını verir.
İnsan, o gün geldiğinde şu sözleri söyleyecektir: “Kaçacak yer neresi!” (10). Ancak ayet devam eder: “Hayır, sığınacak hiçbir yer yoktur. O gün varıp durulacak tek yer, Rabbinin huzurudur” (11–12). Bu, inkâr eden insanın her türlü kaçış arzusuna karşı kesin ve mutlak bir cevaptır. Günümüz insanı da gerçeklikten sosyal medyaya, dinden psikoterapiye, yüzleşmeden kaçan pek çok araca sığınmaya çalışmaktadır. Oysa nihayetinde varılacak yer bellidir: Allah’ın huzuru.
“O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir. Artık insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün” (13–15). Bu ayetler, insanın kendi hayatının farkında olduğu, vicdanıyla yüzleştiği anı tanımlar. Günümüzde dijital dünyada her adım kaydedilirken, bu durum insanın manevi anlamda da bir “kara kutusu” olduğunu hatırlatır. Modern toplumun veri kültürü, ilahi gözetim fikriyle şaşırtıcı biçimde örtüşür: Hiçbir şey unutulmaz, her şey kayıt altındadır.
Vahiy süreciyle ilgili olarak ise peygambere hitaben şu ifadeler yer alır: “Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Onu toplamak ve okutmak bize aittir. Biz onu okuduğumuz zaman sen de onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize aittir” (16–19). Bu ayetler, yalnızca Kur’an’ın ilahi koruma altında olduğunu değil, bilginin nasıl öğrenilip içselleştirilmesi gerektiğini de öğretir. Bugünün hızlı bilgi çağında, anlamadan ezberlenen yüzeysel bilgi değil; kalpte yer eden, derinlemesine kavranmış hakikat önemlidir.
Müddessir Suresi'nin 48–56. ayetleri ise bu mesajı tamamlar niteliktedir. İnsanlar öğütten yüz çevirirler, hiçbir şefaat fayda vermez. “Onlar, sanki ürküp kaçan yabani eşeklerdir” (50). Her biri “Kendisine açık sayfalar halinde kitap verilmesini ister” (52). Bu, kişisel mucize arayışının bir yansımasıdır. Oysa temel sorun, “Onlar ahiretten korkmazlar” (53) ifadesiyle açıkça belirtilir. Modern insan, çoğu zaman “yeterli veri yok”, “daha kanıt gelmedi”, “şimdilik ilgilenmiyorum” diyerek dini sorumluluklarını ötelemekte; sanki hakikatin kişisel beyanla ayağına gelmesini beklemektedir. Oysa bu, ayetlerin tarif ettiği kaçış psikolojisidir.
Kaçış yoktur. İnsan kendi kendinin şahididir. “Ben bilmem, sistem yaptı” bahanesi geçerli değildir. Tüm geçmiş ve ertelenmiş işler ortaya konacaktır. Vahyin özü kalpte yer eder, dışa taşar. Bilgi çağında esas olan, yüzeysel ezber değil, derinlikli anlamdır. İnkâr, salt cehaletten değil; bilinçli, psikolojik bir tercihten kaynaklanır. Bu, modern seküler insanın tutumuyla örtüşür. Kıyametin delilleri, “göz kamaşır, ay ve güneş birleşir” ifadesiyle tasvir edilir ve bu anlatım, bugünün bilimsel kıyamet senaryolarıyla güçlü bir paralellik taşır.
Sonuç olarak, Kıyâme Suresi, modern çağın gerçeklikten kaçan insanına doğrudan seslenir: “Sen inkâr etsen de, gerçek seni bulacak.” “Kaçış yok, bahane yok, sorumluluk sensin.” Bu sure, yalnızca geçmişin Arap toplumuna değil, bugünün teknolojiye bağımlı, bireyselliği yücelten ve haz odaklı kültürüne de evrensel bir uyarı niteliğindedir. Kur’an’ın mesajı, çağlarüstü bir şekilde “insan”a hitap eder ve her dönemde olduğu gibi, bugün de insanı kendisiyle yüzleştirir.