“Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk - 7)
Mülk Suresi'nin 7–12. ayetleri, Kur'an'ın cehennem tasvirleri bağlamında oldukça çarpıcı ve etkileyici bir anlatıma sahiptir:
“7. Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
Bu ayetlerde inkârcıların ahirette karşılaşacakları azabın hem fiziksel hem de psikolojik yönleri detaylı bir şekilde betimlenmektedir. Özellikle cehennemin "öfkeden çatlayacak" gibi insanileştirilmiş bir tasvirle sunulması, mesajın vuruculuğunu artırmaktadır. Bu ayetlerde Allah’ın rahmeti kadar adaletinin de bir tezahürü olan ahiret azabının kaçınılmazlığı vurgulanmakta, insanın akıl ve iradesiyle bu sondan sorumlu olduğu hatırlatılmaktadır.
Yedinci ayetle başlayan bu bölümde cehennem, içine atılan günahkârlar karşısında öfke duyan ve kaynarken korkunç sesler çıkaran bir varlık olarak resmedilir. Bu anlatım tarzı, sadece fiziksel bir azabı değil, aynı zamanda insanın duyularını etkileyen psikolojik bir korku halini de işaret eder. Sekizinci ayette geçen, cehennem bekçilerinin "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" sorusu, inkâr edenlerin aslında bilgilendirilmiş ve uyarılmış olduklarını, yani mazur sayılamayacaklarını ortaya koyar. Bu, İslam’ın adalet anlayışı açısından önemlidir; çünkü sorumluluk, bilgilendirme sonrası başlar.
Dokuzuncu ayette, inkârcıların geçmişte peygamberleri nasıl yalanladıkları ve bu yüzden sapıklık içinde kaldıkları itiraf edilir. Bu itiraf, aynı zamanda ahiret günü inkârcıların pişmanlık duyacağı ve kendilerini suçlayacakları bir iç yüzleşmeyi de gözler önüne serer.
Onuncu ayet ise aklın ve işitmenin sorumluluğunu gündeme getirir. Buradaki “şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık…” ifadesi, Kur’an’ın sıkça vurguladığı tefekkür (düşünme) ve teakkul (aklını kullanma) temalarının bir yansımasıdır. Bu, sadece duyulara değil, aynı zamanda iradeye ve vicdana da hitap eden bir sorumluluğu ifade eder.
On birinci ayette geçen “günahlarını itiraf ederler” ifadesi, insanın ahiret gününde kaçamayacağı içsel bir muhakemeye tabi tutulacağını gösterir. Artık inkârın, kibirin veya gafletin yerini acı bir fark ediş ve pişmanlık alır. Ancak bu pişmanlık, geç kalınmış bir uyanış olduğu için kurtuluşa vesile olmaz. Bu noktada “uzak olsun” ifadesi, Allah’ın rahmetinden ve affından mahrum bırakılmanın en büyük azaplardan biri olduğunu vurgular.
Sonuç: On ikinci ayette ise bu karanlık ve korkutucu tabloya karşılık bir umut kapısı aralanır. Allah’tan görmeden korkan, yani takva sahibi olan kimselere hem bağışlanma hem de büyük bir mükâfat vaat edilmektedir. Bu, Kur’an’daki mükâfat-ceza dengesi açısından dikkat çekici bir noktadır. Allah’ın adaleti, hem cezayı hem de ödülü içerir. Bu ayet, imanın yalnızca bilgiye değil, aynı zamanda içten bir saygı ve teslimiyete de dayandığını ortaya koyar. Görmeden inananlar, Kur’an’ın “iman eden” modeli olarak yüceltilir. / M. Talat Uzunyaylalı
tebrikler güzel yazı
güzel bir yazı.