Bediüzzaman ve Siyaset
Kırkıncı Hoca’yı anlamak için önce Nurculuğu hatırlamamızın yararlı olacağını hissettik:
Nurcu hareketinin kurucusu Said Nursî’dir; Bediüzzaman sıfatıyla da anılmaktadır.
Said Nursî ve yüz yılı devirmiş bir faaliyet olan Nurculuk, Türkiye’de belli bir etki alanı oluşturmuştur.
Diğer ideolojik hareketler gibi gerek Bediüzzaman gerek takip edicileri ve Risale-i Nur’lar takibe uğramıştır, sürgünler ve hapis cezaları verilmiştir.
Said Nursî, Osmanlı döneminde özellikle Doğu Anadolu bölgesinde tanınmış genç bir âlim olarak biliniyordu. Medrese eğitimini modern bilimlerle birleştirmeyi amaçlayan bir vizyonu vardı. Bu, o dönemde dikkat çekiciydi. Onu bu dönemde (kendisi eski Said dönemi diyor) Abdülhamid karşıtlığı, İttihatçılara yakınlığı, hem dini hem siyasi yazı ve nutuklarıyla biliyoruz.
-İkinci Said Dönemi
Cumhuriyetle birlikte Bediüzzaman’ın inkılapçı kadrolarla arası açılmış ve siyasetten uzaklaşmıştır. Risale-i Nur Külliyatını Said Nursi 1925 yılında telif etmeye başlamış ve 24 yılda tamamlanmıştır.
Eserlerin içeriğine gelince: Risale-i Nur’lar, iman, Kur’an, ahlak, tevhit, kader, ahiret gibi temel İslami konuları ele almıştır. Said Nursî eserlerini şu veciz cümleyle özetlemiştir: Risale-i Nur, tasavvur değil tasdik, teslim değil iman, marifet değil şehadet, taklit değil tahkik, iltizam değil izandır.
-Mehdilik
Mehdi, İslam'da "hidayete eren" veya "Allah'ın yolunu gösteren" anlamına gelir. İslam inancına göre gelecekte ortaya çıkacak bir kurtarıcı figürüdür. Mehdi'nin kim olduğu ve ne zaman geleceği konusunda farklı görüşler vardır.
Mehdilik siyasi bir cereyan mı? Mehdi inancı, hem siyasi hem de dini boyutları olan bir konudur. Ancak Mehdi inancı, sadece siyasi bir hareket olarak değil, aynı zamanda manevi bir kurtuluş beklentisi olarak da kabul edilir.
-Risale-i Nurlar ve Mehdilik
Risale-i Nurlarda Mehdi bir cemaat hareketi olarak tarif edilir. Nursi’ye göre Risale-i Nur, ahir zamanın büyük Mehdiliğini temsil eder. Bu dönemde en büyük hizmet, iman kurtarma hizmetidir.
-Büyük Siyaset!
Herhangi bir eserin yeryüzünde zincirleme tepkiye neden olarak küresel bir inkılap yaptığı görülmemiştir. Bu, ilahi düzene de aykırıdır. Kıyamete kadar inançlar ve kültürler devam edecektir. Bediüzzaman’ın ve takipçilerinin Risalelere böyle bir görev yüklemesi gerçekte içte takibe uğrayan birisi olarak, takipçilerine, eserlerinin etki alanının genişleyeceğini ifade ederek eserlerin manevi özelliğine dikkat çekmiş, taktik bir ifade olabilir.
Çünkü aradan 100 yıldan fazla bir zaman geçmiş durumda. Risale-i Nur’lar, cemaatin marifetiyle, bir etki alanı meydana getirdi, fakat ne içte ne de 30 civarında dile yapılan çevirilerinde, bu eserler, yaygın irşat ve siyasi değişimlere neden olmadı. Yani eserlere yüklenen ‘mehdilik’ misyonu gerçekleşmedi.
Öte yandan Risale-i Nurlardaki anlatım tekniği de, gelişen teknoloji, bilginin yaygınlaşması vb. gelişmeler sayesinde, risalelerdeki aklî yöntem de, anlatıcı abilerin kabiliyetlerine göre, bir etki alanı ile sınırlanmış gözükmektedir.
Fakat tüm ideolojilerde olduğu gibi, Nurcu hareketi de, dıştan bir göz olarak kendisine bakamadığından tarafsız bir değerlendirme de yapamadıkları düşünülebilir.
-Bediüzzaman ve Siyaset
Kırkıncı Hoca’nın bir numaralı talebesi olan ve vefat eden Prof. Dr. Alâeddin Başer Hoca, Bediüzzaman’ın siyasete nasıl baktığını bir yazısında özetlemiştir:
"Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok." (Bediüzzaman, Mektûbat)
"Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun." (Lem’alar)
"Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor." (Emirdağ Lâhikası-I)
"Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı." (Kastamonu Lâhikası)
"Siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir." (Sözler)
"Ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avamın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dâir hizmeti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına racih gördüklerinden..."
"Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! ‘Elhubbu fillahi velbuğzu fillahi’ düstur-u Rahmanî yerine, el-iyâzü billah ‘El hubbu fissiyaseti velbuğzu lissiyaseti’ düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine mânen şerik eylemesin." (Kastamonu Lâhikası)
"Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, müminlerin uhuvveti esastır." (Emirdağ Lâhikası-I)”
Alâeddin Hoca, bu ifadeleri şöyle açıklıyor:
“Nasıl Kur’an bütün bir insanlığın irşadı için inzal olmuşsa, onun tefsirleri de bütün bir beşeriyet içindir. Onu sadece bir gruba mal edip geride kalan insanları ondan mahrum bırakmak, Kur’an’ın cihan şümullüğü ile bağdaşmaz ve Kur’an böyle bir anlayışı reddeder. Üstat, Kur’an’dan ‘siyasetsiz hizmet’ dersini almış oluyor. Şefkat, vicdan ve hakikat siyasetten men ediyor.”
-Siyasete kapı bulmak
Öte yandan, bir sonraki yazıda ele alacağımız ‘Kırkıncı Hoca’nın siyasi faaliyetleri’ konusundaki gelişmeleri, hareketin kurucusunun arzu etmediği bir örneklik olması sebebiyle, Prof. Dr. Alaeddin Başer Hoca, yoğunlaşan Nurculuk siyaset ilişkisini profesyonelce yönlendirerek şu kapıyı açıyor:
“Önemli bir nokta: Nurların maslahatı namına siyasete girmek başka, ‘Nurlar namına’ girmek daha başkadır. Birincisi bir niyet meselesidir. İkincisinde ise, siyasete giren şahıs Nur Talebelerinin desteğini arkasında görmek ister. Nurların her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması, Nur talebelerini bir siyasî partinin yan kuruluşu gibi çalışmaktan men eder. Bu sebeple, şahıslar siyasete ancak kendi namlarına girebilirler…”