(Modern sömürgecilik)
Yazının bütününü okuyunca şimşekler çakıyor ve daha etraflı düşünme fırsatınız oluyor. 1970 yılında kurulan ve gazete ilanlarıyla darbe yaptırdığı söylenen büyük kulüp üyelerinin tamamına yakınının aslında birer distribütör olduklarına da şahit oluyoruz. Batılı büyük şirketlerin üretimlerinin Türkiye pazarında pazarlama göreviyle görevliler.
Oysa Türk iş insanlarının bunun çok ötesine geçmeleri, Türkiye merkezli üretimler, ar-ge için çaba harcamaları kendileri açısından da çok daha karlı olacaktır. 350 milyonluk Türk Dünyası, Ortadoğu ve Afrika, ciddi pazarlar arasında yer almaktadır. Türkiye’nin yürüttüğü politikalar ile aslında Türk ürünlerinin bu bölgelerde şanslı olacağını da bilmek gerekiyor. Baykar örneğinden yola çıkarsak, İHA ve S/İHA ihracatının büyük çoğunluğunun Türk Cumhuriyetleri, Asya, Müslüman ülkeler, Afrika ülkelerine öncelikle ihraç olduğunu unutmayalım.
Cemil hoca, sömürge alanlarını şöyle sıralamış: -Başlıca öbürleştirme, Alphabet ve Meta şirketlerinin reklam araçları ile yapılıyor. Onların ardından Hotels.com ve sahibi Expedia grup da tüm Türkiye turizminden esaslı bir haraç alıyor. Bu grubun da ülkemizde vergi vermediğini sanıyorum.
-Online yemek alışverişleri için kullandığımız uygulamaların da belli başlıcası Türk şirketi görünümünde ama 2015 yılında yabancı Delivery Hero şirketine satılmıştı. En azından onlar vergi veriyorlardır.
-Ekonomik sömürünün bir başka türlüsü, tüm dünyada gıda ve sağlıkta (hastane makineleri ve ilaç lisansları) yaşanmakta. Türkiye şu son dönemde gıda ürünlerinde dünyanın en yüksek fiyat artışına (enflasyonuna) sahip ülke sıfatını aldı. Çok yazık değil mi? Brezilya, Arjantin ve Hindistan gibi ülkeler ilaç konusunda kendi halklarını global tekellere yedirmiyorlar. Ama ne yazık ki ülkemizde de bu konuda bir hassasiyet yok.
Dünya ilaç tekellerinden full lisans bedellerini ödeyerek pahalı ilaçları satın almayı ayrıcalıklı bir hak sanıyoruz. Çok hastanemiz var diye övünüyoruz ama içindeki makinelerin sarf malzemesine her yıl milyarlarca dolar ödüyoruz. Üstelik bu sarf malzemesi bir savaş durumunda kesildiği takdirde ne yapacağımız meçhul. Tüm bu makineler, kan ölçme cihazları, tomografi cihazları, hassas bin türlü makine çalışmaz hale gelecek. Üstelik, eski usuller de tıp fakültelerinde öğretilmiyor on yıllardır, öyle bir felakette basit bir kan sayımı bile yapamayacak durumda genç doktorlarımız.
-Gıdada yaşadığımız Öbürleştirme, buğday fiyatlarından, et fiyatlarına, yem ve gübreden patatese her şeye sirayet etmiş durumda. İthal et yiyoruz, ithal buğday tüketiyoruz. İthal ilaçlarla ithal yemlerle tavuklarımızı, hayvanlarımızı besliyoruz. GDO’lu mısır şurubu ile tüm gıdamızı ve içeceklerimizi kendimiz mahvediyoruz ve bunun için de yabancı tekellere senede milyarlar ödüyoruz.
-En acıklı ve acılı Öbürleştirme ise bankalar ve finans sistemi vasıtasıyla yaşanıyor. Duymuş olabilirsiniz, CDS primi diye bir şey var: Bu Türkiye’nin devleti ve şirketlerinin yabancı bankalardan aldığı döviz kredilerinde ödemek zorunda olduğu EK risk primi anlamına geliyor. Şu anda 2020’den beri azalmış seviyelerde olsa da 263,5 puanla yine de yüksek seyrediyor. 2022 yılında Türkiye’nin beş yıllık risk primi, yani beş yıllık CDS primi 885’i görmüştü. O dönemde, örneğin 15 Temmuz 2022 itibarıyla Hollanda’nın CDS primi 13, İngiltere’nin 18, Amerika Birleşik Devletleri’nin 20 olurken 2010 yılında iflasın eşiğine gelen komşu ülke Yunanistan’ın risk primi azami 180 olmuştu.
Yani Türkiye’nin şirketleri ve devleti yabancı kaynaklı para bulmak istediğinde örneğin Hollanda’ya göre 20 kat fazla risk primi ödemek zorundaydı.” (Kaynak:www.btchaber.com/oburlestirme-nedir)