Acılı bir şarkı dinliyorum...
Bir deniz gibi içim kabarıyor önce... en ince damarlardan iki damlayı geçmeyecek gibi ayarlanmış gözyaşı doluyor kanallarına!
Ağlayacağım sanıyorum... bir şey geri itiyor incecik kalp sızımı...
Susuyorum. Gözlerim kızarmakla yetiniyor...
İçim, daha acılı bir şarkıyı yıllardır yürek aralarından sızdırıp durduğunu hatırlatıyor aklıma...
Aklım gidiyor!
Ağlamak için benimkinden büyük bir acının şarkısı dolmalı kulaklarıma... Anlıyorum!
Aksayan, yaşlılığı kendisine yakıştıramamış bir kadın geçiyor önümden...
İlk bakışta acıyorum.
Ellerim; beni çekip çevirmekten yorgun düşmüş olsa da sarsıntısız yürüten ayaklarıma gidiyor...
İçimden yüz kızartan bir sevinç geçiyor!
Hiç olmazsa topallamadıkları için, gizlilerimde saklı kalmış bir aferin gönderiyorum kalçalarımdan aşağılara doğru...
O an bütün aksaklıklarımı faş eden bir akıl tutulması oluşuyor hayatla aramda...
Bir tek ayaklarımın aksamadığını hatırlayıp, tebessüme bulaştıramadığım gururumu tekrar bulamayacağım bir yere yolluyorum.
Yüreği; bütün aksaklıkların en derininde topallayan bir adamın, aksamayan ayakları olduğu için bu denli sevinmesini… çaresizliğine veriyorum.
Kendime ayaklarından muzdarip kadına acıdığımdan daha fazla acıyorum!
Yaşlılık konusuna hiç girmeye yanaşmıyor, aklımın her kıvrımı asırlara denk geldiğine hükmettiğim derinleri.
Oltada can veren küçük istavrit durup dururken dikiliyor karşıma...
Ölümün ne feci bir son olduğu üzerine uzun, iç acıtıcı, küstah bilmişliklerle dolduruyorum aklımı...
Hiç ölmemiş bir adam olmama rağmen, tecrübelerimi aktarır gibi bakıyorum, son nefesini verebilmek için çırpınan istavritin gözlerine...
İstavrite nedensiz bir acıma duyuyorum.
Küçük, kılçıkları boğazıma takılsa bile beni öldüremeyecek olduğuna şüphe duymadığım istavrit, ölümün korku veren abidesi gibi çörekleniyor aklımın tam ortasına.
Yenildiğimi kabulleniyorum!
Ölüme meydan okuyuşlarım geliyor bir bir aklıma... İçim ürperiyor.
İstavrit oltanın ucunda can veriyor... Çırpınışlar son buluyor...
Ölü gözleri, diri bir huzurla bakıyor bana!
Ben hangisinin daha korkunç olduğuna karar vermek üzere istavritin gözlerinden çekiyorum aklımı...
Herkesi muhteşem bir adaletle sıraya koymuş olan ölüm mü?
Bir hayatı iki hayata dönüştüremeyeceğini bilmesine rağmen, boyundan büyük bir kibirle her şeyi her an öldüren... Üstelik bir kere öldüğünüzde de sizi huzurlu bir bekleyişe terk etmeyen hayat mı?
Acıklı bir şarkı arıyor kulaklarım.... İçimdekinin sesini bastırabilmek için!