Yeniden Osmanlı ideası Türkiye’de farklı tartışmalar ile şekillenmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile de ilintili bir hal almıştır. 1950’lerin ortalarında başlayan çeşitli iddialar üzerinden süregelen söylentiler temelde Cumhuriyet’in Osmanlı mirasını dışarıda bıraktığı şeklindedir.
Bu iddialara göre Yeni Cumhuriyet, kurucu kadro ve özelinde Mustafa Kemal Atatürk İngiliz etkisiyle Türkiye’nin parçası olması gereken toprak parçalarını bile isteye terk etmiştir. Bu tartışma ve iddiaların başlangıcı Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisinde 1950’de müstear isimle yazılan “İfşa” başlıklı yazılarıdır.
Lozan, bu tartışmaların objesiydi. Lozan’da Türk Delegasyonu’nun başında İsmet İnönü bulunuyordu. Paşa‘nın önündeki problemlerden belki de en önemlisi Misak-ı Milli ile belirlenen sınırlar içinde görülen Musul vilayeti ile ilgiliydi. Lozan’da Kapitülasyonlar ve savaş tazminatlarının kaldırtması sağlanırken, Musul’la birlikte boğazlar üzerinde tam kontrol elde edilemedi. Hatay başta olmak üzere başka tavizler de verildi.
Alanın ileri gelenlerinin çoğunluğu Lozan’ın ülkenin tapu senedi olduğunda hem fikir olurken, tarihçiliği tartışmalı veya alan ile ilgisi olmayan kesime göreyse hezimettir. Lozan’da karara bağlanamayan Musul Vilayeti, Hatay ve Boğazlar meselesi ise zamana bırakılarak çözümü için önemli adımlar atılmıştır.
Uluslararası Boğazlar Komisyonu, 1923'ten 1936'ya kadar Milletler Cemiyeti'nin himayesinde Türk Boğazlarını (Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı) yöneten uluslararası bir kurumdu. I. Dünya Savaşı ve 1920 Sevr Antlaşması'nın ardından Boğazlar askerden arındırıldı ve uluslararası aştırıldı. M. Kemal Atatürk’ün yoğun çabası ve günün uygun ortamında Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936), imzalanarak çözüldü.
Hatay ise yoğun bir mücadelenin ardından Milletler Cemiyeti çerçevesinde varılan uzlaşma sonucu imzalanan 1937 Antlaşması ile Hatay’ın “ayrı bir varlık” olduğu kabul edilmiş; Türkiye, Hatay’ın toprak bütünlüğünün teminat altına alınmasında bir anlamda garantör devlet sıfatı elde etmiştir. Süreç içerisinde Fransa ile 23 Haziran 1939 tarihinde Hatay'ın Türkiye'ye bırakılmasına ilişkin anlaşma imzalanmış, aynı gün Hatay Meclisi Türkiye'ye ilhak kararı almıştır.
Misak-ı Milli ki, Son Osmanlı Meclisi’nin bir anlamda Türk milletine bıraktığı Kızıl Elması olarak tarihe geçmiştir. Misak-ı Milli’de yer alan Musul Vilayeti ise geri alınamamıştır.
Halk nazarında ve siyasi alanda “Osmanlıcılık” ne kadar gerçekleştirilebilir?
Öncelikle Cumhuriyet’in ilanının ardından kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu (Eğitimin Birliği) ile 590 civarında faaliyet yürüten Medrese, Yabancı (azınlık) okulları kapanmıştır. Aynı süreçte Tekke, Tarikat gibi yapılarda yasaklanmıştır. Cem Evleri de bu yasağa tabiidir. Türkiye’de yalnızca Özbekler Tekkesi olarak bilinen, Milli Mücadele yıllarında İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve subayların kaçırılmasında üs görevi yapan bu tekke açık bırakılmıştır.
Genç Cumhuriyet, özellikle 1933 sonrası okullarda Kur’an eğitim derslerini de kaldırarak bugüne kadar süren tartışmalara da imza atmıştır. Günümüzde bir kesime göre İslam’ın hedef alındığı söylenen, Ezan’ın Türkçe okunması da dahil tezleri bu dönem ve ardından İsmet İnönü’nün Milli Şefliği dönemi uygulamalarından kaynaklanmaktadır.
Yeni Osmanlıcılık tartışmaları sanıldığı gibi bir kesim için önem arz etmemektedir. Bu söylem, aynı zamanda karşıt grupların oluşmasına da fırsat tanımıştır. Günümüzde “Laikçi” ve “Muhafazakar” “İslamcı” bazı kitleler için önlenmesi veya başarılması gereken motto nazarında bir tartışmaya da ev sahipliği yapmaktadır.
Yeni Osmanlıcılık, içeride olduğu kadar dışarıda da dillendirilmektedir. Dışarıdan yükselen “NEO Osmanlıcılık” daha çok Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika’nın bir bölümünde yer alan ülkelerin “Türk hakimiyetine girme” tehdidi olarak yüksek sesle ifade edilmektedir.
Ne kadar mümkün veya değil sorusunu irdelemeye sonraki yazıyla devam edelim.