(Yazının devamı)
Kaçımız, mesela sabah pürtelaş işe yetişmeye çalışırken veya mesela akşam yorgun argın eve dönerken, bütün planlarımızın alt üst olması pahasına durup yoldaki bir çocuğa, bir yaşlıya veya bir hastaya yardım ederiz; kadın-erkek fark etmez, icabında onu arabamızla evine veya hastaneye götürürüz mesela...
Kaçımız?
‘Hepimiz’ diyemeyiz belki ama umarım çekinmeden ‘çoğumuz’ diyebiliyoruzdur...
Fakat haklısınız tabii; belki de aklınızdan geçen şu: ‘Bu sadece zaman ve vicdan-merhamet işi değil ki aynı zamanda bir çeşit güven(lik) meselesi...’ Zira kaç insan, acıyıp arabasına aldığı otostopçu tarafından bıçaklanmıştır, gaspa yahut tecavüze uğramıştır, kim bilir?
Ne fena, insanlık ölmediyse de resmen can çekişiyor!
★★
Bir önceki yazımda, yine bu köşede kader icabı başkalarının ağır yükünü sırtlayan kimselerden söz etmiştim. Konu güzel, çok insanî ... İşte tam da bu konuyla ilgili yeni bir hikâye, gerçek bir hikâye...
Sevgili Kemal İspir, Facebook sayfasında 21 Aralık 2022 günü, başka bir deyişle de yılın en uzun gecesinin yaşanacağı gün paylaşmıştı bu metni. Bir dostunun anısıymış.
İşte yılın o en uzun gecesini ısıtan gerçek bir iyilik hikâyesi:
“Soğuk bir Balıkesir gecesiydi...
Bilen bilir, insanın kemiklerine işleyen ayazıyla meşhurdur orası. O gün dolmuşlar tıklım tıklım olduğu için mecburen yürüyerek eve dönerken, kaldırımdaki hareketleri sarhoşu andıran bir adam gördüm. Bir sağa bir sola yalpalıyordu. Sonra durup yakınındaki direğe sarıldı...
Durdum, bir vitrine bakıyormuş gibi göz ucuyla onu seyrettim:
Otuz yaşın biraz üstünde olmalıydı. Kendisine yaklaştım.
Üstü başı son derece temizdi. Yanından geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden falan bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı...
Yanına iyice sokuldum:
- İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı?
Dudaklarından, iniltiyle karışık bir tek kelime çıktı:
- Hastayım!...
Bu yeterliydi...
Düşmemesi için bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam üzeri kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.
Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi.
Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim.
Hastamızı arka koltuğa yatırarak Balıkesir Şehir Hastanesi’ne götürdük. Acil serviste hemen gerekenler yapıldı, serum verdiler. Verilen serum tamamlanana kadar taksi şoförü ve ben başucunda bekledik...
Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp sadece gülümsemekle yetiniyordu.
Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip tarif ettiği yoldan evine götürdük.
Eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı. Ne yapacağını bilememiş zavallı kadın, şok içindeydi. Bizi görünce oğluyla koşarak yanımıza geldi ve büyük bir sevinç içinde üçü kucaklaştılar.
Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu...
Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum.
Başını sallayarak:
- Borçlu değil, alacaklısın dostum!.. dedi. Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün.
O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime kestirmeden değil, aksine yolu uzatarak dönmek istiyordum. Hem evdekiler gözyaşlarımı görmemeliydi hem de kim bilir, belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim!
Evet, size soran olursa göğsünüzü gere gere, gurur duya duya söyleyin bunu:
İnsanlık daha ölmedi!”
★★
Nerede, ne zaman, hangi koşullarda olursa olsun...
İnsana, hayvana, ağaca, eşyaya, hangisine yönelik olursa olsun...
Başkaları için bir yükü fedakârca sırtlamak gerektiğinde de varlık gerekçemizi bir an bile aklımızdan çıkarmadan...
İnsan olmaya devam!
İnsanı sevmeye devam, hiç bıkmadan, yılmadan...
‘Onlar buna değer mi?’ diye de düşünmeyin sakın; siz buna değersiniz.
Önemli olan bu!