Tarihin suskun kahramanlarını bazen bir eski defterin sararmış sayfasında, bazen bir köhne mezar taşında görürüz. Adı büyük harflerle yazılmaz belki; ama yaptığı hizmet, gösterdiği sadakat, taşıdığı inanç tarihin özüne sinmiştir. Binbaşı Ali Kemal Bey işte bu isimlerden biridir. Unutulmuş bir hatıra gibi değil, yaşanmış, yaşanması gereken bir vefa hikâyesi gibi…
Ali Kemal Bey, Erzurum’un evladıydı. Buğusu burun yakan soğuk havalarda bile mertliğin, dik duruşun ve vatan sevgisinin sıcaklığını taşıyan Erzurum... Çifte Minareli Medrese’nin gölgesinde büyümüş, Palandöken’e yaslanmış bu kadim şehir, yüzyıllardır nice yiğitler yetiştirmiştir. İşte bu toprakların bağrından çıkan yiğitlerden biri de oydu. Babası Cemal Bey’in ocağından, devletin ordusuna uzanan bir yolculuk başladı onun için.
17 Haziran 1889’da Topçu Harp Okulu’nun kapısından içeriye adım atan genç Ali Kemal, dört yıl sonra 8 Nisan 1893’te üsteğmen olarak mezun oldu. Askerliğe adımını attığı günden itibaren sadece görev almadı; sorumluluk taşıdı. Her tayini bir seferberlik, her görevi bir hizmet bildi. Hassa Ordusu’ndan 4. Ordu’ya, oradan 5. ve 10. Kolordu’ya kadar birçok birimde görev aldı. Seyyar topçu birliklerinden cebel topçu taburlarına, sahra topçu birliklerinden nakliye taburlarına kadar askerî sistemin neredeyse her kademesinde görev yaparak kendini kanıtladı.
Her rütbe artışı onun sadece apoletine değil, kalbine de bir yük daha bindirdi. Çünkü Osmanlı, yavaş yavaş çalkantılı yıllara giriyor, devletin bekası uğruna nice kahramanlar cepheden cepheye koşuyordu. Ali Kemal Bey de bu koşunun neferiydi. 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda, 10. Kolordu 32. Alay Komutanlığı gibi önemli bir görevle yer aldı. Askeri sadece savaşta değil, soğukta, açlıkta, hastalıkta da bırakmadı. Kışlada da vardı, siperin içinde de…
1916’da emekliye ayrıldı. Belki de ömrünü tüketmişti artık; ama ruhu hâlâ askerdi. 1918’de yeniden göreve çağrıldı. Fakat o yılın sonbaharında, Osmanlı ordusunun karşısına bu kez düşman değil, görünmeyen bir salgın çıktı: İspanyol gribi. Tüm dünyayı kasıp kavuran bu ölümcül hastalık, yorgun ama onurlu bir bedenin de kapısını çaldı. Ve 2 Ekim 1918 günü, Binbaşı Ali Kemal Bey bu dünyaya veda etti.
Ne şanlı bir cenaze töreni, ne de adına dikilen bir anıt… Onu yalnızca doğup büyüdüğü Erzurum hatırladı. Ve belki de sadece bu sadık şehir, onun adını Palandöken’in rüzgârına fısıldadı.
Bizse bugün, bu satırlarla onun adını yeniden hatırlıyoruz. Çünkü bu topraklar, adına marşlar yazılmamış ama varlığıyla bu memleketi ayakta tutmuş kahramanlarını unutmamalıdır.
Erzurum’un soğuğunda şekillenmiş, siperin toprağında yoğrulmuş bir askerdi Ali Kemal Bey. Ve şimdi belki de, Erzurum’un yükseklerinde, bir dua gibi, bir hatıra gibi dolaşmaktadır adı.
Ruhun şâd olsun binbaşım... Bu millet, senin gibi kahramanlarını unutmaz. Geç fark etse bile, gönlünde hep yaşatır.