Tarihi diziler, son yıllarda Türk televizyonlarının en dikkat çeken yapımları arasında yer aldı. “Diriliş: Ertuğrul”, “Kuruluş: Osman”, “Alparslan: Büyük Selçuklu”, “Payitaht: Abdülhamid” gibi diziler, milyonları ekran başına kilitlemekle kalmadı; aynı zamanda bir tarih algısı oluşturdu. Bu dizilerle birlikte millet olarak geçmişimize daha çok eğilme, köklerimize dair daha derin bir merak geliştirme imkânı bulduk. Özellikle bazı isimler bu diziler sayesinde yeniden hatırlandı, sevildi, takdir edildi.
Örneğin Ertuğrul Gazi… O, Osmanlı gibi bir cihan devletinin temellerini atan, adalet, cesaret ve inançla hareket eden bir bey olarak tarihimize damga vurmuştur. “Diriliş: Ertuğrul” dizisi, bu kıymetli şahsiyetin sadece savaşçılığını değil; aynı zamanda ahlâkını, dava şuuru taşıyan liderliğini de kitlelere tanıtmıştır. Dizi, eksik ya da abartılı yönleri barındırsa da, bir milletin kendine olan güvenini tazelemesi açısından kıymetlidir. Ne var ki tarihsel boşlukların kurgu ile doldurulması, bu sevgiye gölge düşürmemelidir. Gerçekleri hayranlıkla yoğurmak, dikkatle yürütülmesi gereken bir iştir.
Benzer şekilde Sultan II. Abdülhamid de “Payitaht” dizisi ile yeniden gündeme gelmiş, hak ettiği saygı daha yüksek sesle ifade edilmiştir. Sultan Abdülhamid, zor zamanların devlet adamıydı. Emperyalizmin kol gezdiği, iç ve dış tehditlerin arttığı bir çağda, devleti ayakta tutmak için üstün gayret göstermiştir. Dizi, onun ferasetini, ileri görüşlülüğünü ve devlet aklını ekranlara taşırken; zaman zaman güncel ideolojik yorumlara yaslansa da, Abdülhamid’in büyüklüğünü inkâr etmek mümkün değildir. Dizi aracılığıyla bu büyük sultanın itibarı yeniden iade edilmiştir demek yerinde olur.
Ancak dizilerin bu tarihî şahsiyetleri yalnızca savaş ve entrika ekseninde sunması, onları anlamamızı kolaylaştırmaz. Ertuğrul’un adalet anlayışı, Abdülhamid’in eğitim hamleleri, diplomatik dehası gibi pek çok yön yüzeyde kalabiliyor. Oysa tarih, çok katmanlıdır. Kılıç kadar kalem de, savaş kadar barış da, mücadele kadar sabır da tarihî kişiliklerin gerçek boyutlarını oluşturur.
Tarihi dizilerde en çok tartışılan örneklerden biri de “Muhteşem Yüzyıl” adlı yapım olmuştur. Bu dizi, Osmanlı’nın zirve dönemine damga vurmuş bir hükümdarı, Kanuni Sultan Süleyman’ı merkezine almıştır. Ancak kamuoyunun büyük bir kısmı, dizinin Kanuni'yi tarihsel kimliğinden uzak, daha çok kişisel zaafları ve harem yaşantısıyla özdeşleştirilen bir karakter olarak resmetmesinden rahatsız olmuştur.
Oysa Kanuni Sultan Süleyman, yalnızca Osmanlı'nın değil, dünya tarihinin en büyük hükümdarlarından biridir. 46 yıllık bir saltanatı, 13 büyük seferi, yasalarla devleti yeniden yapılandırışı ve ilmiye sınıfını güçlendirişiyle gerçek anlamda “Muhteşem” bir padişahtır. Avrupa’da “Muhteşem”, Doğu’da “Kanuni” olarak anılması bu çok yönlülüğünün açık kanıtıdır. Fakat dizide tüm bu yönlerin yerine, saray içi entrikalar, aşk ilişkileri ve görsel ihtişam ön plana çıkarılmış; devlet adamı kimliği büyük ölçüde gölgede bırakılmıştır.
Elbette bir sanat eseri kurguya yer verebilir. Ancak tarihi şahsiyetleri, hayatlarının merkezinden uzaklaştırarak yalnızca dramatik unsurlara indirgemek; hem gerçekliğe hem de izleyicinin tarih bilgisine zarar verebilir. Kanuni'nin yalnızca bir “aşık adam” olarak sunulması, onun hukukçu yönünü, askeri dehasını, şairliğini, hatta Hz. Peygamber'e duyduğu derin sevgiyi silikleştirmiştir.
Bu bağlamda, tarih dizileri geçmişi tanıtmakla kalmamalı, aynı zamanda ona saygı da göstermelidir. Hürrem Sultan ve Mahidevran Sultan gibi figürler arasındaki çatışmalar elbette birer anlatı malzemesi olabilir, ancak bu anlatıların koca bir cihan imparatorluğunu yöneten bir padişahın gölgesinde bırakılmaması gerekir.
Yapımların başında yer alan “bu anlatılanlar hayal ürünüdür” ibaresi teknik bir zorunluluk olabilir. Ancak bu ibare, seyircinin dizilerden öğrendiği tarih algısını etkilemez. Hele ki o algı, bir kahramanı sevgiyle bağrına basmaya yöneliyorsa… Bu noktada mesele, kurgunun tarih bilgisine dönüşüp dönüşmediğidir.
Tarihi şahsiyetleri günümüz ideolojilerine göre konumlandırmak da bir başka tartışma alanıdır. Kimileri yüceltilirken kimileri yok sayılmakta ya da kötü gösterilebilmektedir. Bu yaklaşım ne adil ne de ilmi bir tutumdur. Ertuğrul Gazi’yi yalnızca "savaşçı", Abdülhamid’i yalnızca "otoriter", Kanuni’yi yalnızca “aşık” olarak görmek; onların büyüklüğünü basitleştirmek olur. Tarihe vefa, onları kendi şartlarında ve çok boyutlu biçimde anlamaktan geçer.
Sonuç olarak, Türkiye’deki tarihi diziler; yüksek prodüksiyon kalitesiyle ve izleyicide tarih bilincini uyandırma potansiyeliyle önemli yapımlardır. Ertuğrul Gazi gibi bir alpereni, Kanuni gibi bir cihan hükümdarını, Sultan II. Abdülhamid gibi bir siyaset ustasını yeni nesillere tanıtmak açısından bu diziler çok kıymetli birer araç olmuştur. Ancak bu araçların yönü doğru olmalı; tarihî şahsiyetleri ideolojik kamplaşmalara kurban etmeden, onları kendi hakikatleriyle anlatmaya çabalamalıdır.
Zira diziler gönlümüzü ısıtabilir, ama zihnimizi de aydınlatabilmelidir.