Kaybolanların rehberi olan Sâmiha Ayverdi, kitaplarında kendini bulamayıp kaybolanlardan da söz etmiştir. “İnsan ve Şeytan” eserinde Doktor Şevket Bey, şöhret sevdasına yenik düşerek eşine ihanet etmiş ve dönülmez yollara girmiştir. “Nefsine uyan şeytana, aklına uyan Allah’a yönelir...” sözünün her iki kutbunu da Şevket Bey’de görmekteyiz. Önce nefsine uyarak evli olduğu hâlde Lale Hanım ile gönül bağı kurar, hâliyle şeytana uymuş olur. Daha sonra yaşadığı olaylara bir anlam yükleyemez ve aklının sesini çok geç olsa da büyük pişmanlıkla dinleyerek Allah’a yönelir. Bu durumun tam tersini “Mesihpaşa İmamı” eserinde görmekteyiz. Allah yoluna ömrünü adamış Mesihpaşa Cami İmamı Halis Efendi de öncelikle Allah yolunda iken daha sonra nefsine yenik düşerek gönlünü bir başkasına düşürür. Daha sonra Halis Efendi’nin sevdası olan Hediye’ye, oğlu Abdullah’ın da gönlü düşer. Halis Efendi açısından birtakım sıkıntılar yaşansa da kendisine baharı getirdiğini zannederek nefsinin kurbanı olmaktan kurtulamamıştır. Ne yazık ki Halis Efendi de kendini bulmak yerine kaybetmiştir.
Ayverdi’nin eserlerinin isimleri dahi insanın inzivaya çekilmesine ve kendisini sorgulamasına vesile olmaktadır. Örneğin “Kölelikten Efendiliğe” eserinde adından da belli olduğu gibi insanın kendi kendine vurduğu zincirlerden kurtulup kendi nefsinin efendisi olması gerektiği anlatılmaktadır. Haksız da değildir. İnsan ancak kendi isteği dâhilinde kaybolur yahut kendini bulur. Köleliğimizden aynı zamanda efendi oluşumuza geçmek için nefsimizin hipnozundan çıkmalıyız. Nefsimizden kurtulmak için de kendi içimize dönmeli yani dinimize yönelmeliyiz. İbn-i Arabi’nin de dediği gibi “Bir beladan kurtulmak için yollar vardır! Fakat yolları yaratan da Allah’tır. Öyleyse yollardan önce Allah’a yönelmek lazımdır...” Ayverdi de bu eserinde yolunu kaybeden herkese yolların asıl kime ait olduğunu hatırlatmaktadır.
Birçok düşünürle aynı fikirde olduğunu belli eden yazar “Bazen kendini bulmak için önce kaybolmak gerekir.” cümlesini kendine ilke edinerek “Yolcu Nereye Gidiyorsun” eserini kaleme almıştır. Eserdeki Adli karakteri, ailesi tarafından pek sevilen çocuk olmamakla birlikte iç dünyasında kaybolmuş birisidir. Yaşadığı kötü olaylardan sonra rahata ermesi, okurlara “Her şerde bir hayır vardır.” dedirtmektedir. Ailesi tarafından Galatasaray Lisesine sürgün edilen Adli, burada adeta kendine gelmiş, gerçek mutluluğunu bulmuştur. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi Adli de kendini bularak sabahının zevkine varmıştır.
Hakikati arama ve aktarma aşkıyla yanan bu kıymetli şahsiyetin eserlerini okumak, bizi içimizdeki dipsiz kuyunun derinliklerinden çıkartacak ve bizlere yeni bakış açıları kazandıracaktır. Gerçek dünya ile Ayverdi’nin kurgu dünyası arasında kurulan bu hakikat köprüsü, her düzeyden okura yeni yönler tayin edebilir. Ancak yazarımızın gerek dili ve üslubu gerekse ele aldığı tarihî ve kültürel olayları aslında nitelikli ve bilinçli bir okura ihtiyaç duyuyor. Bu bağlamda modern çağın bir okuru olarak ben de Osmanlı bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür, tarih ve edebiyat ortamını Sâmiha Ayverdi sayesinde yorumlayabildiğimi en azından bir bakış açısı kazandığımı ifade etmeliyim. Okuyup etkisinde kaldığım ve altını çizdiğim her satır, bana kendimi bulmada birer işaret oldu. Bu işaretlerin etkisiyle duygu ve düşünce dünyamın farklı yöne tayin olunduğunu samimiyetle belirtmeliyim. Sonuç itibarıyla diyorum ki okuma yoluyla içindeki “ben”e ulaşmak isteyen her seviyeden okur, Sâmiha Ayverdi’yle muhakkak kendini bulacak ve dahi kendine gelecektir.