Şah İsmail, daha Bayezid’in son zamanlarında başlattığı ve halifelerinden Şahkulu’nun isyanı ile harabeye çevirip, 50-60 bin kişinin ölümüne sebebiyet verdiği Şii propagandasına, devletinin doğusundaki gaileleri hallettikten sonra yeniden hız vermeye başlamıştı. Çünkü propaganda için o anda Osmanlı devletinin durumu çok müsait idi. Şah İsmail başlattığı propaganda hususunda, Yavuz Sultan Selim, saltanatta tek başına kalıncaya kadar geçen zamanda büyük mesafeler kat etmişti. Daha Trabzon’da sancak beyi bulunduğu sırada Şah İsmail’in hareketlerini yakından takip eden Selim, giriştiği Erzincan ve Gürcistan seferleri ile Kızılbaşlara aman vermeyeceğini göstermiş oluyordu. Padişah olduktan sonra da devlet erkanı ile kumandan ve askerlere hitaben, ‘Biliyorsunuz ki, Şeyh Haydaroğlu İsmail rezil ve namerd bir kişi iken, adını şah koymuştur. Günden güne kötülüğü artan ve etrafını yağma eden bu batıl mezhepli insanın üzerine yürümek istiyorum. Bu işi yaptığımız zaman Allah bizim yardımcımız olacaktır.’ Diyerek düşüncesini daha baştan açıklamıştır.
Osmanlı tahtına oturan Yavuz Sultan Selim’i tebrik etme ihtiyacını duymayan Şah İsmail, düşmanca tavırlarını kesin olarak ortaya koymuştu. Yavuz Sultan Selim önce Anadolu’da faaliyet gösteren Kızılbaşların tespit edilmesi için ferman çıkardı. Bu ferman ve alınan fetvalar geniş bir akis bulmuştu. Yavuz’un bu hareketi, fırsat kollayan ve isyan çıkarması muhtemel olan bazı kişilere de bir gözdağı oldu. Yavuz Sultan Selim divanda savaş kararı aldıktan sonra İstanbul’a geldi. Şehre girmeyerek Filçayırı’na konan Selim, Eyüb Hazretleri ile Fatih ve babası II. Bayezid’in türbelerini ziyaret etti. Kurbanlar kestirerek fakirlere bol bol sadaka dağıttı. Selim daha sonra Kayseri’ye ulaştı. Burada Karaman askeri de kendisine katıldı. Dört gün kaldığı Kayseri’de Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey’le kendisine katılması için temaslarda bulundu. Ancak Bozkurt Bey, yaşlılığını ileri sürüp Selim’in davetine icabet etmedi. Dulkadirlilerin bu reddi, Osmanlı ordusunda erzak sıkıntısına sebebiyet vermiştir. 20 Haziran’da Kayseri’den ayrılan Yavuz, Sivas’a vasıl oldu. Burada ordu yoklaması yapıldı. Osmanlı ordusunun mevcudu Dulkadiroğlu kuvvetlerinin de burada katılması ile 140.000’e yaklaşmıştı. Ayrıca 5.000’de zahireci vardı. Yük taşıyan deve sayısı ise 60.000’in üzerinde idi.
Sivas’tan sonra, artık düşman topraklarına girileceği için, ordunun son teftişini yapan ve eksiklerini gideren padişah, Anadolu’da muhtemel bir Şii ayaklanmasına mani olmak düşüncesiyle, geride 40.000 kişilik bir ordu ile İskender Paşa’yı ihtiyat olarak bıraktı ve Kayseri ile Sivas arasında görevlendirdi. Yavuz, bu tedbiri Şah İsmail ile ittifak edebilecek olan Memluk sultanının muhtemel bir Anadolu saldırısı için de almış olabilir. Yavuz’un, Şah’a sonraki mektubunda ‘O derece gizleniyorsun ki, yokluğunla varlığın arasında bir fark görülmüyor. Halbuki kılıç davası edenlerin siper gibi, belalara göğüs germesi ve serverlik sevdasında olanların ok ve kılıç yarasından korku ve kaygusunun bulunmaması gerekir. Ölümden korkanların kılıç kuşanması ve ata binmesi yakışık almaz.’ Diyerek Şah’ı kışkırtmaya çalıştı.
2-
Yavuz, Erzurum’a bir konak mesafede bulunan Çermuk’a ulaştı. Burada Şah İsmail’e son bir mektup daha yazdı ve esirlerle gönderdi. Yavuz, bu mektupla birlikte Şah İsmail’e bir kadın elbisesi göndererek, onu daha da tahrik etmiştir. Şah İsmail, yakında Çaldıran’da olacağı haberini verip, gerisin geriye Osmanlı karargahına haber göndermiştir.
Yavuz Sultan Selim, bu son bilgilerin ışığı altında Şah İsmail’in yakında olduğunda ve kısa zamanda meydana çıkacağını anladı. Nihayet, daha Ovacık sahrasından ayrılmadan, Şahın Çaldıran’a geldiğini haberini aldı. 19 Ağustos’ta bu sahradan hareket eden Osmanlı ordusu Dana Sazı mevkiine geldiği zaman, güneş tutuldu. İranlıların devlet alameti güneş olduğu için, orduda bulunan müneccimler bu durumu, Şah’ın mağlubiyetine, Yavuz Sultan Selim’in ise muzafferiyetine yordular.
Osmanlı ordusu, ovaya hakim tepe üzerine padişahın otağı kurulup etraf yeniçeri bölükleri ile çevrildikten, sonra teyakkuz üzere durdu. Safevi ordusu, stratejik bakımdan savaş için elverişli bir mevkiyi tutmuştu. Osmanlı tarafı ise savaşa elverişli değildi. Buna rağmen, işgal edilen mevkii müstahkem bir hale getirdiler. Yavuz Sultan Selim Han 23 Ağustos Çarşamba sabahı, ordusuna savaş nizamı aldırdı. Kendisi de erkenden kalkarak silahlarını kuşanıp, atına bindi ve merkezde yerini aldı. Osmanlı ordusu harp nizamı aldığı sırada, Şah İsmail de ordusunun savaş tertibini yapmakla meşguldü. Şahın birlikleri Ustacalu, Avşar, Varsak, Dulkadirli, Rumlu, Şamlu, Kaçar ve Karamanlı Türkmenlerinden teşekkül etmekte idi. Şah İsmail’in ordusu tamamıyla süvari birliklerinden kurulu idi. Çaldıran savaşı, Şah İsmail’in saldırısı ile kuşluk vakti başladı. 40.000 kişilik kuvveti ile Rumeli askerlerinin üzerine saldıran Şah, ilk hamlede muvaffak oldu. Şah İsmail bu ilk başarısının ardından, asıl Rumeli birliklerinin üzerinde yöneldi. Rumeli askeri, Yavuz Sultan Selim’in emrine rağmen, istenilen süratle geri çekilemedi. Böylece top atışı için müsait ortam hazırlanamadı. Osmanlı sol kanadındaki bu mağlubiyete karşılık, sağ cenahta Hadım Sinan Paşa, başarılı bir savaş çıkarıyordu. Sinan Paşa, kuvvetlerinin aradan çıkması üzerine ateş menziline giren Safevi kuvvetlerinin üstüne cehennemi bir top ateşi başlattı. Müthiş top ateşi Acem kuvvetlerini şaşkına çevirdi. Bir Osmanlı askeri, atından düşmüş olan Ustacaluoğlu’nun (Safevi komutanı) başını keserek padişah otağına getirdi. Sinan Paşa şahın ordusunun yarısını teşkil eden Ustacalu Mehmed’in askerlerini hezimete uğrattıktan sonra kaçanları takibe başladı. Bu arada süvarilerin arkasında bulunan şahın piyadeleri de, Osmanlı kuvvetleri tarafından kısa sürede ezilip tepelendiler. Rumeli kuvvetlerinin çözülmesi, Anadolu kuvvetlerinin üstünlüğü sağladığı ana rastlamıştı. Her iki tarafı da dikkatle izleyen Yavuz Sultan Selim, o tarafa ihtimam gösterdi. Safevi ordusunun hücumu böylece kırıldıktan sonra Yavuz Sultan Selim, nihai neticenin alınması için merkezdeki birlikleri savaşa sürdü. Ustacalu Mehmed Han’ın düşmesi bozulan sol kanadın yanısıra, kendi kanadının da, hücumunun kırılıp püskürtülmesi üzerine, her tarafa koşan Şah İsmail, vaziyeti düzeltmekten aciz kaldı. Nihayet elinden ve pazusundan yaralandı. Şah İsmail ikindi vaktine doğru savaş meydanını terk ederek süratle kaçtı. 15 kişilik maiyetiyle Tebriz’e kaçan Şah, durumunu burada da tehlikeli gördüğü için, oradan Dergüzin’e, daha sonra da Sultaniye’ye çekildi. Muhammed Tuğrul Odacıya yazı için teşekkür ederim.