Sorsan herkes durumdan rahatsız, “ ne oldu bize, nasıl bu hale geldik?” diyor...
Değişen değerler, öncelikler ve en önemlisi insanların paraya olan talebi, gün geçtikçe garip bir hal alıyor…
Hepimiz de bir yaşam telaşı var. Yolun sonunda bir kazanç varsa göz hiçbir şeyi görmüyor!
Ne dostluk, ne kardeşlik ne de vefa olduğu yerde durmuyor.. Öylesine değişen bir toplum olduk ki!
Avrupa’ya rahmet okuttuk.
Oysa biz Avrupa’nın kültürüne değil, teknolojik gelişmelerine, kalkınma hamlelerine taliptik…
İçimizdeki Avrupa hayranlığı bizi çok başka yerlere götürdü.
Bakın kendinize, çevrenize, gün boyu yaptığınız sohbetlere; hemen hemen hepsinin yolu paraya, güce çıkmıyor mu?
Bugünlerimizi incelerken tarihte yaşananları da göz ardı etmemek lazım. İşte onlardan biri;
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, Şam'da, kalbi para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar. Rabbimize hâşâ hakaret etti sandılar. Epey kimse aleyhinde konuşmaya başladı. Vefat ettiğinde de Şam halkı, kabrinin üzerine çöp döktüler.
Muhyiddin-i Arabi hazretleri bir seferinde, "Sin, Şın'a gelince, Muhyiddin'in kabri meydana çıkar ve muradı anlaşılır" buyurmuştu.
Osmanlı Sultanı Yavuz Selim Han Şam'a geldiğinde bu sözünün ne demek olduğunu ferasetiyle anladı. (Sin'den murad Selim, Şın'dan murad Şam'dır) Kabrini araştırıp buldurdu. Çöpleri temizleterek, üzerine güzel bir türbe, yanına bir cami ve imaret yaptırdı.
Ayrıca Muhyiddin-i Arabi'nin vefatından önce ayağını yere vurarak, "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" buyurduğu yeri tespit ettirip, orayı kazdırdı. Orada küp içinde altın çıktı. Bundan, "Siz, Allahü teâlâya değil de, paraya tapıyorsunuz" demek istediği anlaşıldı.
1240 yılında yaşanan bu olay bize insanlığın güce ve paraya sadakatinin bugünlere kadar hiç değişmediğini göstermiyor mu?
Oysa para bir araçtı biz onu amaç, hedef yaptık. O uğurda her ne varsa tükettik, tükenmeye de devam ediyoruz…