Nisa 148:
“Allah, bir kötülüğün –ondan zarar gören hariç- açıkça söylenmesini sevmez…”
Varsayın kocaman bir heybeniz var… daha da kocaman bir gönlünüz olduğunu varsayıyoruz elbette… Şimdi o daha kocaman gönlünüzün bir köşesine yerleştirin, o gönlünüzden kocaman olmayan heybeyi… Ve bir isim verin ona.
Ne olsun ismi, ‘Lâhavle heybesi’ olsun mu? Olsun diyelim.
Her heybe doldurulmak için edinilmez mi? Öyledir elbet… siz, hiçbir işe yaramasın diye alıkonulan bir şey gördünüz mü? İyi kötü her şey bir işe yarasın diye elde tutulur… yarayıp yaramadığı, ne kadar problemi çözdüğü sahibinin hünerine bağlıdır.
İşte gönlümüzün bir köşesine kurulmasını uygun bulduğumuz ‘Lâhavle heybesi’nin de durumu ötekilerden farklı değil! Gerektiğinde kullanılsın diye, onun içine atılması gerekenler ortalığa saçılmasın diye… ruhumuzun en derininde bir yer açmadık mı ona?
Açtık… öyle bir heybemiz olmasa, eksikliğinin hissedileceğini bildik de açtık.
Peki, ne işe yarayacak bu ‘Lâhavle heybesi’ diye geçiriyorsanız aklınızdan, merak buyurmayınız çoookk işe yarayacak. Soluk alış verişini sürdürdüğümüz zamana yenik, yaşam süremizde bize yük gibi görünse de, hiç bir şeyin gizli kalmadığı en dehşetli günde, içinden çıkarttıklarımızla yüzümüzü pek güldürecek.
Hadi doldurmaya başlayalım heybemizin gözlerini… Öyle bir sığınağımız olmasa, yaşamın ortalığa saçacağı en değerli parçaları yerleştirelim bir bir içerisine.
Sokakta yürüyorsun, karşıdan gelen dikkatsizin attığı bir omuz darbesiyle sarsıldın aniden. Ve hiç bir şey olmamış gibi küçücük bir özür tebessümünü de yüzüne yerleştirmeden geçip gidiyor yanından. Durdurup hesap sorman da mümkün… ama yapma, at ‘Lâhavle heybesi’nin içine yürü git oradan.
İşyerindesin, gününün en çoğunu paylaştığın arkadaşlarının arkandan sana yakıştırılmayacak sözler söylediklerini işittin. Şimdi geçip karşılarına bir güzel ağızlarının payını verebilirsin. Onları utandırarak öfkeni dizginleyemezsen, yüzlerine karşı yaptıkları edep dışı bir iki meseleyi de sen haykırabilirsin. Ama yapma, at ‘Lâhavle heybesi’nin içine unut gitsin.
Evdesin, uzak yakın akrabalarla birlikte eski defterleri karıştırmakla meşgulsünüz. Laf bu ya, dönüp dolaşıp senin onuruna dokunacak bir yere geliverdi. Şiddetle ayağı fırlayıp hepsini bir güzel benzetebilirsin. Yetinemezsen bununla, yüzünüzü şeytan görsün bile diyebilirsin. Ama yapma, at‘Lâhavle heybesi’ne bırak utanç onlara kalsın.
Dost meclisindesin, hayatın onca yılında onlara yaptığın iyiliklerin toptan ayakaltına alındığına şahit oldun. Sinirle yerinden fırlayıp hepsini bir kalemde silebilirsin. Dindiremezsen içindeki volkanı, fedakârlıklarını yüzlerine vurup yaptıklarını bir bir onların yüzüne haykırabilirsin. Ama yapma, at ‘Lâhavle heybesi’ne yutkun gitsin.
Memnun musun böyle bir heybeye sahip olduğuna… mutlu musun haksızlığa uğradığını bile bile fıtratının sana bahşettiği, affedebilme zırhının içerisine sığabildiğine… böylesi daha güzel değil mi, kibrinin kanatlarına tutunup bütün hesabı anında görmek yerine, hesapları en güzel görene güvenmek, daha yakışmıyor mu insan olana?
Hadi artık, hayata bir jest yap ve kurtul enaniyetin yoluna dizdiği tuzaklardan.
Heyben dolu olsun ki, yaratıcın onları alıp yerine muhteşem ödüller doldursun.
Güzel yazmışsın her haksızlık yapana katlanarak yaşamak zor olmazmı,nasıl hakkımızı savunacağız o zaman Bu kadar fazla anormal davranışlar sergileyen insanları eğitim ıslah edemiyor yasaların umurunda değil,Sabretmeye gelince onda geleceğe dair iyileşme ümidiyle bir bekleme süresidir,Katlanarak yaşamak zor vesselam, Hayra karsı gelesin selamlar,