2. Mahmut döneminde Erzurum’da yaşanan mühür krizi, Osmanlı’da kitapçılık tarihine yön verdi. Tarihçi Prof. Murat Küçükuğurlu, dönemin Erzurum Valisi Galip Paşa’nın resmi mührünü kaybetmesi ve yerine sahtesinin yaptırılmasıyla başlayan bu ilginç serüveni, ilk kez Pusula okurları için kaleme aldı. O serüvenin tüm detayları ise 'Erzurum Tarihi' ve yakında basılacak olan 'Anadolunun Kilidi Erzurum' adlı kitaplarında yer aldı. İşte merak edilen o hikaye:
Prof. Dr. Murat Küçükuğurlu
Osmanlı Devleti döneminde Erzurum’da varlığı bilinen en önemli yapılardan birisi “Paşa Sarayı” idi. Bu büyük bina, Lalapaşa Cami’nin karşı çaprazında, yani bugünkü Cumhuriyet Caddesi’nin kuzeyindeki Yakutiye Belediyesi ile Bölge İdare Mahkemesi (eski Hükümet Konağı) binaları arasındaki bölgede bulunuyordu. Tam karşısında Sultaniye Medresesi ve onun içinde halk tarafından “Belam bin Baura’nın Çilehanesi” denilen kümbet tarzı bir yapı vardı. Sarayın ön kapısı (divan kapısı) caddeye, yani Sultaniye Medresesi tarafına bakıyordu. Saray, bu caddeye paralel olarak uzanıyordu. Bu caddeye “Sarayönü Caddesi” deniliyordu. Saray’dan Erzincankapı’ya doğru uzanan bölgeye ise “Sarayönü Çarşısı” ismi verilmişti. Sarayın güney kısmında büyük bir bahçe vardı ve burası “Saray Meydanı” idi. Bu meydan güneyde, kale surları üzerindeki Yenikapı’ya kadar uzanıyordu. Burada cirit ve diğer savaş oyunları oynanıyordu.
1840’lardaki Osmanlı-İran sınır görüşmelerine katılan Rus heyetinde görev yapmış olan Proskuryakov, Paşa Sarayı’nın içerisinde iki katlı taş bir nöbetçi binası, sekiz top ve mühimmatın yer aldığı bir batarya ve cephanelik, resmi kabul ve idari ofislerin bulunduğu divanhane, bir hapishane, harem binası ve güzel bir hamam bulunduğunu belirtir. Kırım Savaşı sırasında Erzurum’da bulunan Charles Duncan ise Paşa Sarayı’nın hiçbir onarım görmeden, yaklaşık 400 valinin saltanatını görmüş harap bir bina olduğunu belirtir.
Erzurum Paşa Sarayı pek çok tarihi hadiseye ev sahipliği yapmıştı. Örneğin 1823 ve 1847’de Osmanlı Devleti ile İran arasındaki Erzurum Antlaşmaları bu sarayda imzalanmıştı.
Paşa Sarayı, Erzurum’da değişimin öncü mekânlarından biri olmuştu. Napolyon’un İran’a gönderdiği elçilik heyeti içerisinde 1807’de Erzurum’a gelmiş olan İtalyan Doktor Salvatory, Paşa Sarayı’nda kendilerine yüz çeşitten fazla yemek ve etten oluşan muhteşem bir akşam ziyafeti verildiğini, kendileri için özel olarak masa ve sandalyeler yaptırıldığını ve şölen esnasında bir müzisyen grubunun kendilerine eşlik ettiğini belirtir.
Diğer taraftan yapılan yeniliklere tepki gösterenlerin ilk hedefi de Paşa Sarayı olmuştu. Yeni askerî sisteme karşı olan eski düzenin askerleri, 19 Mart 1833’te Paşa Sarayı’nı basmış ve Erzurum Valisi Esat Paşa, sarayın damına çıkarak canını kurtarabilmişti.
Paşa Sarayı, Sultan II. Mahmut döneminde, kitapçılığımız açısından beklenmedik gelişmelere sebep olan ilginç bir hadiseye ev sahipliği yaptı. Bu hadise, eski sadrazamlardan olan Erzurum Valisi Galip Paşa’nın mührünü kaybetmesiydi. Saray’daki hadise ve ardından yaşanan gelişmeler, 1928 yılında İstanbul’daki Sahaflar Çarşısı’na giderek çarşının eskilerinden İsmail Efendi ile bir mülakat yapan Akşam gazetesi muhabiri tarafından bize aktarılmıştır. Gazetede yayımlanan mülakatın başlığı şöyledir:
“Kitapçılık Nasıl İlerledi? Erzurum Valisi Mührünü Kaybetmeseydi Halimiz Nice Olurdu”
Söz konusu mülakatta İsmail Efendi, Erzurum Valisi’nin kaybettiği mührün Türkiye’de kitapçılığın gelişimine nasıl bir etki yaptığını şöyle anlatmıştır:
“Bizde kitapçılığın inkişafında yegâne sebep 1243 (1828) senesinde Erzurum’da valilik eden zatın şahsî mührünü kaybetmesidir. Hadise vakidir. Hikâye edelim:
1243 senesinde Sultan Mahmut zamanında Erzurum valisi mührünü kaybetmiş. Hâlbuki o sırada padişaha bir arzuhal verilmesi icap ediyormuş. Memurlar, vilayet ahalisi birbirine girmiş; lakin mühür bulunamamış. Nihayet valinin etrafındakiler:
‘Efendim burada Sâî isminde bir ecnebi vardır. Kendisinin hüsnü hattı fevkaladedir. Eski mührün güzelliği derecesinde size bir mühür kazabileceğini tahmin ederiz.’ demişler.
Sâî Efendi derhal celb olunmuş ve vali efendiye bir mühür kazmış, arzuhal yazılmış ve alt tarafı yeni mühür ile temhir edilmiş ve İstanbul’a gönderilmiş. Malum Sultan Mahmut hüsnü hatta gayetle meraklıdır. Arzuhali eline almış ve mühre dikkatli dikkatli bakmış. Bilahare yanında bulunan vezirine:
‘Çabuk bu enfes yazının sahibini buraya getirin.’ diye emretmiş.
Derhal yola adam çıkarılmışlar. Dört koldan giden haberciler Erzurum’da Sâî Efendi’yi bulup yaka paça İstanbul’a getirmişler. Sultan Mahmut bu zatı sarayına kabul etmiş ve o güzel yazısını daima kullanması için kendisini İstanbul’a yerleştirmiş. O zaman bu sahaflar caddesini baştanbaşa hakkaklar işgal ediyormuş. Bu hakkaklar Padişah’ın pek gözünde olan Sâî’yi çekememişler ve onu Sultan Mahmut’a jurnal etmişler. Sâî de pılını pırtını toplayıp Mısır’a kaçmış. Mısırlılar bu meşhur yazıcıyı derhal aralarına alarak Türkçe eserleri yazdırmışlar ve bunları taş basmasıyla basmışlar. O zamana kadar bütün divanlar el yazması imiş. Mısırlılar ilk defa olarak 1252 (1836) senesinde Nef’i Divanı’nı basmışlar. Türkçe olarak ilk basılan divan Nef’i Divanı’dır. Sâî’nin Mısır’a gidip orada baskı işleriyle meşgul olması derhal bizimkilerin nazarı dikkatini celp etmiş ve Mısır’a inat olmak üzere başlamış İstanbul’da da kitap basılmaya. Nef’i Divanı’na karşılık olarak ilk defa 1253’te Raci Efendi tarafından yazılan “Hilye-i Hâkânî” ismindeki kitap basılmış. Bu rekabet hayırlı neticeler vermiş, birçok kitaplar basılmıştır. Bittabi bütün bunlara sebep Erzurum Valisinin mührünü kaybetmesi Sâî’nin evvela İstanbul’a bilahare Mısır’a giderek kitap yazmasıdır.”
Divan-ı Nef’i görselinin kaynağı http://kutuphane.akmb.gov.tr/
Sultan II. Mahmut görseli kaynağı: İslam Ansiklopedisi