Erzurum Türk Telekom Nurettin Topçu Sosyal Bilimler Lisesi olarak ilimizi her ortamda temsil etmeye çalışıyoruz. İşte o temsillerden biri olan İstanbul’da finali yapılan Samiha Ayverdi Panelinde konuşmasını yapan öğrencimiz Sude Naz Taşar’ın sunumu sizlere paylaşacağım. Öğrencimizin bu sürece hazırlanmasında emeği olan Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenimiz Sayın Vahdettin Oktay Beyazlıya sonsuz şükranlarımı iletiyorum.
Edebiyatımızda bir nevi kutup yıldızı olarak adlandırdığım Sâmiha Ayverdi, gerek yaşantısıyla gerek eserleriyle gönül dünyamıza ışık tutmaktadır. Sâmiha Ayverdi, yazmayı, ilahi görevin yerine getirilmesinde en önemli araç olarak görür. Hatta bunu, hayatın en önemli davası olarak görür. Yazarak kendini bulduğunu ifade eden Ayverdi, yazma işini hayatının merkezine konumlandırır. Bu gayesini hayatına ve eserlerine mükemmel bir şekilde yansıtır. Kendisine edebiyattaki yeri hakkında yöneltilen bir soruya “Ben yer için yazmıyorum, hizmet için yazıyorum. Allah, insanı dünyaya imtihan için göndermiştir. Eğer bu vatana ve imana hizmet ediyorsam; Allah, kereminden bana bir yer ihsan eder.” yanıtını vermiştir. Buradan da yazmayı bir meslek olarak görmediğini, bilakis asli bir görevi olarak gördüğünü anlamış oluyoruz. Kısacası Sâmiha Ayverdi yazarak, insanlara doğru yolu göstererek kendini bulmuştur.
Ayverdi, farklı olay örgüleri üzerinden bizlere paha biçilemez mesajlar verir. Yazar, açıkça veya hissettirmeden dünyadaki her şeyin gelip geçici olduğunu anlatır. İnsanın; eğer kendini bulup mutlu olmak istiyorsa mal, mülk, şöhret gibi ertesi gün esamisinin dahi okunmayacağı değerleri terk etmesi gerektiğini ve kendini her iki dünyada da mesut edecek değerlere sıkı sıkıya bağlanması gerektiğini nasihat etmektedir. Eserlerine dikkatli baktığımız zaman birçok karakterin tüm mal varlığını, şöhretini elinin tersiyle itip kendi içindeki Rönesans’ı yaşamanın şerefini aktarıyor. Tabii bu yolculuk oldukça meşakkatli olsa da bence sonundaki mükâfatlar, insanın çektiği her şeye bedeldir.
“Batmayan Gün” adlı eserde hakikati ve manayı arayan Aliye karakteri, hayatın paradan puldan ibaret olmadığını düşünür ve okura da bunu düşündürür. İçindeki boşluğu doldurmak adına birçok arayışa girer. Dedesinin pek değerli olan tablo ve yazılarıyla hayatının manasını aramakta ve içindeki hazin boşluğu bunlarla doldurmaya çalışmaktadır. İş işten geçmeden hayatının gerçek manasının bunlar da olmadığını idrak eder. Aliye kendini bulmak adına oldukça kararlı adımlarla ilerlediğini zannederken tutunduğu dallar birer birer elinde kalmaktadır. Aliye kendini bulma yollarını o kadar çok kafasına takmıştır ki bu uğurda bedeni dayanamayıp hasta düşmüştür. Aliye’nin durumunu, İskender Pala’nın şu değerli sözüyle açıklayabiliriz: “Aramak her zaman bulmak değildir. Ama her bulmak isteyen elbette aramak zorundadır.”
Ayverdi, kitabın isminde bile derin manalar taşıyan “Ateş Ağacı” eseriyle bizlere kim olduğumuzu hatırlatmaktadır. Kendini, bu dünyaya kaybolan topunu aramaya gelmiş bir insan olarak nitelendiren Cemil, topa maneviyat sıfatını yüklemiştir. Cemil karakteri de önüne serilen bütün imkânlara göz ucuyla bile bakmamıştır. Ruhunu doyurmak adına yüksek mertebelerden vazgeçerek Bursa’da ilkokul öğretmenliği yapmak ister. Fakat önüne hesaba katmadığı birkaç engel çıkar. Bu engel amcasının emrivakilerinden başka bir şey değildir. İstemediği hâlde evlendirilmek içindeki bulmacaları çözmeyi biraz da olsa geciktirecektir. Cemil bu süreçte kendini aramaktan asla vazgeçmemiş, ruhunun anahtarını nefsine kaptırmamıştır.