Sıbyan Mektepleri, Osmanlıda günümüzdeki anaokullarının yerini taşır. “Sıbyan”nın kökü “Sabi”nin çoğulu olan “Sıbyan”dan gelir. Bu okullarda 5-6 yaş arası çocuklar eğitim gördüğü için bu adı almıştır. Sıbyan Mektepleri aynı zamanda “Mahalle Mektepleri” olarak da adlandırılır. Bunun nedeni bu okulların çocuklara yakın olması için her mahallede bulunmasıydı. Sıbyan mektepleri daima cami çevrelerinde ya da caminin içinde olurdu bunun sebebi ise çocukların manevi bir atmosfer içinde dini eğitim almaları ve bunu uygulamalı olarak öğrenmeleriydi. Medrese mezunu hocalar, genellikle mektebin yanındaki ya da yakınındaki caminin imamı veya müezzini olurlardı. Eğer çocuk sayısı fazlaysa, muallimin yetiştirdiği talebelerinden kendisine kalfa olarak seçtikleri de ders okuturdu. Bir sıbyan mektebinde ortalama 30 çocuk okurdu. Bu çocuklar her akşam evlerine gitmeden önce mektebi yaptıranın ruhuna Fatiha okurlardı.
Fatih Sultan Mehmet, sıbyan mektebi muallimlerinin medresede eğitim görmüş olmalarını mecbur tutmuş, edebiyat, mantık, geometri, astronomi ve kelam okumayanların sıbyan mekteplerinde ders vermelerini yasaklamıştı. Eğitime verilen önem, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar devam etmiştir. Sultan II. Mustafa, çocukların gerekli dini eğitimi görmeden sanata ya da zanaata verilmelerini fermanla yasaklarken, Sultan II. Mahmut da çocukların ergenlik yaşına kadar mektebe gönderilmelerini emretmiş, öğrenim çağındaki çocukların esnaf tarafından çıraklığa alınmalarını yasaklanmıştır. Mektebe başlama yaşı 5’ti. Çocuk, 4 yıl 4 ay 4 günlük olunca âmin alaylarıyla, Bed’i Besmele merasimleriyle mektebe başlar, Kur’an, ilmihal ve ahlak dersleri alırdı. Okula kız-erkek karışık giderlerdi ve eğitim mecburi idi. Hepsi anaokulu statüsünde olduğu için sıbyan mekteplerine gelen öğrenciler arasında sınıf taksimatı yapılmaz, sadece dersleri aynı seviyede götüren öğrencileri grup grup ayıran muallim, başarılarına göre sınıflıklar oluştururdu. Sıbyan mektepleri sabah namazından sonra açılır, ikindi namazıyla tatil olurdu, haftanın 6 günü mektebe giden çocuklara Cuma günü tatildi. Şimdiki okullarda olduğu gibi teneffüs yoktu. Çünkü öğrencilerden bir grup, hocanın karşısında dersini okurken, diğer çocuklar serbest kalırlar, isteyenler kendi aralarında oyun oynarlarken, isteyen dinlenir, dersine iyi çalışmamış olanlarda dersine hazırlanırdı. Muallim, gürültü yapmaları dışında hiçbir şeylerine müdahale etmezdi. Öğle yemeği molası tek teneffüsleriydi. Bu sırada çocuklar, zaten yakın olan evlerine gider yemeklerini yiyip namazlarını kılar, tekrar mektebe koşarlardı.
Sıbyan mekteplerinde okutulan dersler ise Elifba ( alfabe ), Kur'an, tecvit, yazı, ilmihâl, hesap ( matematik ). Sonradan tarih ve coğrafya da eklenmişti. Şimdinin anaokulları olan sıbyan mekteplerine giden Osmanlı çocukları, Kur'an'ı hatmettikten sonra mezun olabilirlerdi. Bundan dolayı Osmanlı halkından Kur'an okumayı bilmeyen hiç kimse yoktu. Okulun süresi, talebenin çalışkanlığı ve kabiliyetine bağlıydı. Hatim indiren mektebi bitirmiş oluyordu. Hatim indiren öğrenciler için mezuniyet merasimi yapılırdı. Bu merasim tıpkı mektebe başlama esnasında yapılan âmin alayı gibi görkemli olurdu. Yani mektebe başlama ve mektebi bitirme hep eğlenceli ve görkemli merasimlerle kutlanırdı. Sıbyan mektepleri ücretli idi. Bu ücret velilerden alınır, devlet asla müdahale etmezdi. Fakat bu ücret illâki akça (para) olmak zorunda değildi. Velilerin imkânı nispetinde bazen yiyecek, bazen giyecek, bazen de ev eşyası dahi ücret sayılırdı. Hatta kurban bayramı yakınsa, mektebin muallimine veliler tarafından süslenmiş bir koç hediye edilirdi. Çocuğun tahsil derecesi yükseldikçe, muallime bir hediyeyle teşekkür edilmesi âdettendi. Ayrıca okulun ısınma ve diğer giderlerini de veliler karşılardı. Fakir çocuklar ile öksüz ve yetimler için kurulmuş vakıflar vardı. Kimsesiz ve fakir çocuklara her yıl "kapama" adıyla elbise ve ayakkabı almaları için ödenekler ayrılır, belli zamanlarda harçlık dağıtılır ve günde iki öğün de yemek verilirdi. Ayrıca sıbyan mektebi muallimlerinin halkın arasına karışıp oturamamalarıydı. Kahvehanelerde ya da esnaflarla dükkânların önünde, çay ocaklarında oturup sohbet etmeleri hoş karşılanmazdı. Hocalığın ve ilmin izzetini korumak için avamın arasına karışmamaları gerekiyordu. Bir diğeri ise; sıbyan mektebi muallimlerinin mahkemede şâhitliklerinin kabul edilmeyişiydi. Zira çocuklarla uğraşmaktan çocuk fıtratı oluşabilir ya da fazla merhametli, fazla duygusal davranabilirlerdi. Terbiye ve ahlâka çok önem verilen sıbyan mekteplerinde, daha o yaşta iken nerde nasıl davranılacağı bütün teferruatıyla öğretilirdi. Ceza metodu da falakaydı. Fakat bu, çok ağır suçlarda tatbik edilirdi. Umumiyetle tek ayaküstünde durma, dersini defalarca yazma gibi cezalar uygulanırdı. Yazı için Kübra Coşkun’a teşekkür ederim.