Güzellikler, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır denir ya, doğrudur!
Aynı şey, kaynak belirttikçe ve intihale uğramadıkça güzel metinler için de geçerli. Paylaşıldıkça kıymetleniyorlar…
Sizinle paylaşacağım bu gerçek yaşam hikâyesini daha evvel Adnan Avuka, Hürriyet’te yazmış. 31 Mart 2014’te.
KTÜ’den sevgili ağabeyim ve meslektaşım Erol Sevindir'in edebiyat imbiğinden geçirerek yeniden anlattığı bu dokunaklı hikâyeyi, ben de onun sosyal medya sayfasından alıntılıyorum.
★★
“Anam yarın gelecek! -ya da- Bahtsız Bahe'nin öyküsü
Bahe, Mardin Betnahrin'de yaşayan Süryani bir ailenin çocuğu olarak doğduğunda, takvimler 1928 yılını gösteriyordu.
Anası ağzına ilk sütü verdiği andan itibaren onunla Arapça konuştu. Anadili Arapça oldu…
Dört yaşında, anası açık havada iş yaparken o, gün serinliğinde uyuyordu.
Olmaz demeyin, bir horozun saldırısına uğradı, çığlık çığlığa kaldı, yüzü gözü kan içindeydi.
Ve o travmadan sonra aklını yitirdi Bahe…
İki yıl sonra babası ölünce, anası Suriye tarafına, köyüne gitti.
Son kez öpüp Süryani Manastırına bırakırken oğluna, aklını yitirmiş Bahe’sine Arapça ‘Bekle, geleceğim…’ dedi.
Bahe, bu sözü hiç unutmadı.
Seksen yıl boyunca tekrarladı…
Mardin, Nusaybin yolundaki Deyruzaferan manastırında bir ömür geçirdi.
Hep oralarda bir yerdeydi.
Gün boyu sadece tek cümle ederdi: Anam bugün gelecek!
Gün, uçsuz bucaksız Mezopotamya'ya son ve cılız ışıklarını bırakıp başka diyarlara ırarken, Bahe de ümidini yarına bırakırdı: Anam, yarın gelecek!
Bahtsız adam bir ömrü öylece ve öyle kırık bir ümitle tükettiğinde, anası Bahe’sine bir kerecik bile gelmemişti.
2014 yılında, öldüğü gün, Mezopotamya'da güneş, ardında kızıllığını bırakarak bir de bahtsız Bahe için battı…”
★★
Erol ağabeyim çok çok güzel anlatmış; ama bence daha defalarca yazılabilecek, kâğıda her dökülüşünde biraz daha derinleşebilecek bir hikâye bu.
Hoş, artık sadece gazete kâğıdına değil, ekrana da dökebiliyoruz güzel hikâyeleri, ne fark eder?..
Bu, ‘hiç gelmeyecek bir anneyi bekleyen bütün çocukların hikâyesi’…
Bütün dinlerden, bütün milletlerden, bütün medeniyetlerden, bütün yaşlardan, annesiz büyüyen bütün çocukların hikâyesi bu…
★★
Son not:
Ben, zengin-yoksul, eğitimli-eğitimsiz, köylü-şehirli, bütün annelerin ‘yeryüzüne inmiş birer melek’ olduklarına inanırım.
Türlü imkânsızlıklardan ötürü çocukları için düşledikleri her şeyi tam olarak gerçekleştiremeseler bile öyleler…
Ve yaşları ne olursa olsun o meleklerin her birinin ellerinden öperim.
Bilirim ki ‘dünyaya anneler şekil verseydi çocuklar, cenneti bu dünyada da yaşayabilirlerdi’.
Ah, bunu anneler gününün üzerinden tamı tamına on gün geçmişken söylemek -‘Ey insanlar, annenizi aklınızdan hiç çıkarmayın!’ manasında çocukça bir telmih veya sokağın gündeminden azade, şimdi gereksiz bir mevzu gibi görünse de- ben söylemekten çekinmeyeceğim.
Birkaç gün sonra iktidar mührünü bir süreliğine eline alacak faniler; küçük dünyamıza biçim verecek büyük kararların arifesinde danışmanlarından, bürokratlardan, uzmanlardan ve aynalardan fikir aldıktan sonra bundan böyle belki annelere de bir danışırlar.
İnanınız ki annelerin içgüdüleri, çoğu zaman siyaset teorilerinden çok daha insancıl ve daha kestirme yollar önerecektir kendilerine.
*: Bu yazı, yazarımız Savaşkan İlmak’ın Pusula yazıları arşivinden alıntılanarak bugüne uyarlanmıştır.