Bazılarımız yaşadığımız hayattan memnunuz, bazılarımız değiliz...
Hangi tarafta olursanız olun; sadece on dakikalığına bildiğinizin dışında bir hayatı, başka bir dünyayı hayal edin lütfen.
Dışarıdaki her şey harikulade gerçek, ağır, toksinlerle yüklü iken bu kısacık, serin, ferah ve uçarı hayalin size hiçbir zararı dokunmayacaktır. Gönül gevşemeniz de kalıcı olmayacaktır, müsterih olun.
★★
Evet, bu bir ütopya.
Veya şöyle de diyebiliriz: 2024’ten beklentiler ironisi...
Şimdi hayal edin...
Var olan bütün ülkelerin ekonomileri o kadar iyi ki uluslararası yardım fonları, hesaplarında biriken paraları gönderecek bir tek yoksul ülke bulamıyorlar. Refah sıralamasında en son basamakta bulunan İsviçre, sırf en sonda bulunduğu için kendisine hibe edilen 2 milyar Euro’yu tek kuruşuna bile dokunmadan Avrupa Buzul Üretme Ajansı / Eurpean Glacier Generation Agency (EGGA)’ya bağışlıyor.
Afrika’nın su ve gıda sorunu çözülüyor…
Avrupa, nüfus erimesi sorunundan kurtuluyor…
Balkanlar, Ortadoğu ve Asya, sosyolojik fisyon (bölünme) reaksiyonunu füzyon (birleşme) reaksiyonuna dönüştürüyor, hatta Yugoslavya yeniden kuruluyor, Sırplar Boşnaklardan özür diliyor; Çin Uygur Türklerini, Rusya Ukrayna’yı rahat bırakıyor...
Amerika -daha doğrusu ABD-, dünyanın eli sopalı efendisi değil, saygın ve yardımsever bir parçası olmayı seçiyor. Ağır abi oluyor...
Tüm dünyada terör ve sömürü sona eriyor…
Göç, mülteciler sorunu ve uluslararası insan ticareti zaten tarih oluyor; çünkü hiç kimse ülkesinden, kentinden, köyünden kopup bir başka yere gitmeyi istemiyor…
Zorlasanız bir yere gitmiyor insanlar; o derece yani…
★★
Hayal edin...
Türkiye’nin ekonomisi de demokrasisi de böyle bir küresel refah çağında o kadar sorunsuz ki…
Böyleyken insanlar yaşamın tadına daha iyi varabilsinler ve farklı uğraşılara zaman ayırabilsinler diye; Türkiye’de yeniden parlamenter sisteme dönülmesiyle işlev kazanan Bakanlar Kurulu, 34 yaşındaki Başbakan’ımızın teklifi ve işveren örgütlerinin de desteğiyle hafta sonlarında hiç kimsenin çalışmayacağı kararı alıyor. Hatta pazartesi öğleye kadar ve cuma öğleden sonra da çalışanlara mesai yaptırılmıyor. Maksat dinlenceyi uzatmak; insanların hayattan, aşktan, seyahat etmekten, otellerin tadını çıkarmaktan, müzik dinlemekten, film seyretmekten, kitap okumaktan keyif almasını sağlamak...
Yine bu yolla kulüplerde, sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda etkinleşmeye, yeni düşünceler ve yepyeni eserler üretmeye teşvik ediliyor insanlar…
Farklı deneyimler edinmeye, kendilerini geliştirmeye yönlendiriliyorlar…
Dünyanın sonu mu gelir öyle olsa?
Gelmez tabii; sonuçta bir hayal bu. Kim ölmüş hayal kurmaktan?
Ama duyabiliyorum itirazınızı. Diyorsunz ki ‘Eğer bütün insanlar üç gün çalışmayacaksa ekmeği kim pişirecek, otelleri kim işletecek, marketleri kim açacak, elektrik arızalarını kim onaracak, pizza siparişimizi evimize kim getirecek?..’
Dert etmeyin, yapay zeka var, robotlar var, hepsini geçin ‘vardiyalı çalışma’ denen bir şey var.
O yöntemle aşarız bu sorunu, herkesi gerçekten dinlendirmek imkânsız değil yani.
Ütopya dediğime bakmayın. Şu anda bile var öyle yerler...
★★
Düşünsenize...
Kurduğum(uz) bu hayal, şu anda içinde debelendiğimiz tatsız tuzsuz dünyanın betimlemesi değil. Bu fantezi, bu ütopya, nüfusun ve kaynakların kontrol altına alındığı, küresel ekonomik refahın optimum düzeye taşındığı; uluslar, dinler ve medeniyetler arasında gerçek ve kalıcı barışın sağlandığı bir dünyanın hayali…
Yaşam konforumuzu artıracak birkaç saatin lafı mı olur öyle bir dünyada?
Ve cennet, herhalde öyle bir yerdir. Hani ‘zamandan ve mekândan münezzeh’ dedikleri gibi...
Yine hissedebiliyorum aklınıza kurt düştüğünü: Diyorsunuz ki ‘Ya erken kalkmak zorunda olanlar; hiç uyumayan nöbetçiler, kuryeler, şöförler, pilotlar, öğretmenler mesela?..’
Bir kez daha ‘Dert etmeyin, vardiya denen bir çalışma yöntemi var’ derim size.
Diyorsunuz ki ‘Öyle bir küresel refah ekonomisi yaratmak için herkes ne kadar çalışmalı, neler üretmeli; ticaret nasıl olmalı biliyor musun?’
Biliyorum, evet!
Ama görüyor musunuz işte; beynimiz nasıl çalışıyor? Nasıl her yola uygun engeller, tümsekler üretiyor insan aklı; nasıl ortada duran her çözüme karşın bir de sorun oluşturuyoruz çabucak!
Gördünüz değil mi?
Belki de bundan değiştiremiyoruz dünyayı:
Her çarpıcı gelişim için yüzlerce farklı yol bulma potansiyelimiz varken apışıp kalmamız, adlandırmayı size bıraktığım bu alışkanlığımızdandır.
★★
Gaz kesmeden devam; hayal edin...
Türkiye’nin 84 buçuk milyonluk nüfusu, kontrollü biçimde sürdürülüyor; ne artış ne de azalış riski var ve doğan her çocuğa ülke toprağının bir parçası ‘Al, bu senin doğum hakkın’ diye tapulanıyor. Yaşadıkça onun oluyor bu toprak ve üzerindekiler. Öldüğündeyse bir başkasına verilmek üzere geri alınıyor. Miras bırakmak yok! Mirasa gerek de yok; zaten her doğana, sırf doğduğu için veriliyor mülk… O da hani çok önemliyse, önemseniyorsa diye...
Dikili ağacı, kendine ait toprağı olmayan insan kalmıyor ülkede…
783 bin küsür kilometrekarelik lkenin toprağı mı biter sanki?
Toprak ağaları veya onların vârisleri mi itiraz eder bu fikre?
Zenginler, bunun adaletsizlik olduğunu mu söylerler yoksa?
Öyle demezler bence; bu bir hayal sonuçta…
Derlerse de desinler! Biraz da yoksullara gülsün dünya, ne olur?
Ama içinizdeki kurdun sizi şimdi içten içe bir kez daha kemirmeye başladığını hissedebiliyorum: Diyorsunuz ki ‘Ya bana verilen toprak çorak, manzarasız ama falancaya verilen toprak sulaksa, deniz manzaralıysa?...’
Gördünüz mü dünyada neden toplu zenginleşme adına tam bir ilerleme olmadığını?
Bundan işte; egodan, çıkarlardan, beynimizdeki ölümcül virüsten...
Kronik kuşkular yüzünden büyük ve evrensel hayalleri ertelemek değil mi zaten insanlığın en büyük sorunu?
★★
Aklınızla dalga geçtiğimi düşünmeyin lütfen. İnanın mizahla falan dikkatinizi başika tarafa çekmek gibi bir amacım yok!
Hayal kurmak ironik bir durum mu sayılıyor artık?
Öyle değilse fırsat buldukça bir şeyler hayal edin lütfen!
Hayal kurdukça gerçeğin hem değerini hem de değiştirilebilirliğini kavrar insan: Bakın, hayat ne güzel aslında, ne kadar eşsiz!..
Gezegemimiz ne kadar verimli, doğurgan, büyülü bir yer...
Gözümüzde büyüttüğümüz sorunlar ise ne kadar basit.
Ve şimdikinden daha güzel bir dünya oluşturmak aslında ne kadar kolay. Doyumsuzluğumuz, kronik şüpheciliğimiz, önyargılarımız ve şiddet eğilimimiz olmasa tabii...
★★
Sona geldik, bitiriyorum:
Politikadan ütopyaya, muhayyileden mizaha, birşeyler düşledim işte. 2024’ün güzel hatırına...
Biten yıl sizden, bizden, insanlıktan ne götürdüyse 2024 sadece o manadaki mülkümüze, değerlerimize, canlarımıza dokunmasın, bizi eksiltmesin, viran etmesin, insanlıktan çıkarmasın. Ve yani ‘gölge etmesin, başka da bir şey istemiyoruz’!
Yine de mümkünse gönlümüzü doyuracak kadar sağlık, huzur, barış, bolluk diliyoruz yeni yıldan. Kimse kimseye karışmasın, başkalarına zarar vermemek ve başkalarını aşağılamamak koşuluyla isteyen istediği gibi girsin yeni yıla, birbirimize tahammül edebilelim; bize eşikte, ilk etapta bu bile yeter. Sonrası Allah kerim...