Osmanlı’da XVI. Yüzyılından başlayarak hukuktaki, siyasetteki, reaya tabakasındaki, medrese, ulama, tımar sistemindeki aksaklıklar toplumun düzenini kökünden bozmuştur.
Osmanlı’da çöküş, en net medreselerde, ulemalar arasında görülmüş, mevalızâde denilen, hocalığın babadan oğula geçme sistemi ülkenin tüm alanlarını temelinden sarsmış, bu sistemdeki bozukluklar her alana yansımıştır.
O dönemin ünlü müderrisi Hoca Sadeddin Efendi büyük oğlu Mehmet Efendi’yi 12-13 yaşlarındayken Mekke Kadılığına getirmiş, ardından İstanbul Kadısı yapmış, 29 yaşında da Anadolu Kazaskerliğine atatmış, diğer oğlu Esat Efendi’yi de henüz medresede öğrenciyken Edirne Kadılığına getirtmiş, 25 yaşında da İstanbul kadısı yaptırmıştır.
Aynı Saadeddin Efendi, dönemin şeyhülislamı Ahmed Şemseddin Efendi ile birlikte Takiyyüddin’in İstanbul Tophane semtinde kurdurmuş olduğu rasathaneyi, gökleri rasat etmenin (gözlemlemenin) uğursuzluk getireceği ve her nerede bu işe teşebbüs edildiyse devletin mahv ve harap olduğunu söyleyerek rasathanenin yıkılmasına sebep olmuştur. Hâlbuki o dönemlerde Avrupalılar kurmuş oldukları rasathanelerde gökyüzü olaylarını incelemekte, hava durumunu öğrenmeye çalışmakta, yapacakları savaşlarda hava şartlarını tahmin ederek savaş zamanlarını buna göre düzenlemekteydiler.
Osmanlı döneminin büyük tarihçilerinden Ahmet Refik‘in “Osmanlı’da Hoca Nüfuzu” adlı kitabında belirttiği gibi o dönemde menfaat hırsı, arpalık sevdası her hocanın kalbinde yer etmiş, Osmanoğulları şiddetten, adaletsizlikten vaz geçirmeye çalışan mücadeleci âlimler silsilesine son verilmiş, ikiyüzlülük, el etek öpme, rüşvet, irtikâp, müzevirlik (söz getirip götürme) gibi durumlar, hocaların çoğunlukla başvurdukları davranışlar olmuştur. Ahmet Refik, Cinci Hoca (hiçbir eğitimi olmadığı hâlde üfürükçülük yapan hoca) zamanının faziletli ulema için bir felaket olduğunu, cehaletin hüküm sürdüğü bu ortamda bilime kimsenin rağbet etmediğini, Cinci Hoca’nın birilerini azletme ve atamada Şeyhülislam’ın bile nüfuzuna müdahale ettiğini, Sultan İbrahim’in çocuk gibi onun önüne oturduğunu belirtmiş, herkesin Cinci Hoca’nın nüfuzundan faydalandığını, Cinci Hoca’nın bu nüfuzunu maddi kazanca çevirdiğini, saraydaki itibarını kullanarak devlet makamlarını istediği gibi dağıttığını, Şeyhülislam’a, ulemaya emirler verdiğini, o döneme hereksin Cinci Hoca’ya yaklaşarak istedikleri medreseleri ellerine geçirdiğini, beş bin kuruş veren ulemanın Cinci Hoca’dan Mekke kadılığını aldığını, çoğu hocanın sırası gelmeden kadılığa kavuştuğunu, hatta bazen Cinci Hoca ile şeyhülislamın bir kadılığı iki kişiye sattıklarının olduğunu belirtmiştir.
Bu dönemde makamlar para ile satılmaya başlamış, insanlar daha fazla rüşvet kazanabilecekleri yerlere daha fazla ücret öder olmuştu. Mülakkap Musluhiddin adlı birisi, Şam kadılığını on dokuz bin kuruşa elde etmiş, bu parayı Şam’dan çıkaramayacağını anlayınca, Yenişehir mansıbını (makamını) istemeye kalkışmıştır.
Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı adlı eserinde, kadıların memlekette adaleti uygulamada önemli vazifelerinin bulunduğunu, XVI. Yüzyılda bunlar hakkında kanunsuz iş yaptıklarına dair şikâyetlerin olduğunda katledilmek suretiyle kadıların ceza gördüğünü, fakat İran ve Avusturya seferlerinin uzun sürmesi nedeni ile bu durumun ihmal edildiğini, memlekette adalet namına bir şeyin kalmadığını, Semendire sancağındaki kadıların köy köy gezerek mezarlıkları dolaşıp yeni gömülmüş ölü kabri bulunca bunların metrukâtından (mirasından) kısmetimizi almamız lazım diyerek ölünün varislerinden hak talep ettikleri, halkı soymaya kalkıştıklarını, halkın da memleketteki yerlerini bırakarak dağılmaya başladıklarını, bu durumu Semendire Sancak Bey’inin şikâyet etmesi üzerine hükümetçe tahkikatların başlatıldığı hususunun mühimme defterlerinde yazılı olduğunu belirtmektedir.
Nâbî 1701 yılında yazmış olduğu Hayriyye-i Nâbî adlı eserinde hocalık mesleğinin her meslekten yüce bir meslek olduğunu dile getirirken, Nabi’den doksan yıl sonra 1791 yılında Lütfiyye adlı mesneviyi yazan Sümbülzâde Vehbi, hocaların çoğalarak değer kaybettiğini, onların sadakaya muhtaç olduğunu, dilenciler gibi geçici bir gölge kadar ikbal sahibi olduklarını, birçoğunun evini besleyemediğini, bütün işlerini veresiye üzerine kurduklarını, işe yaramaz kuru giyim kuşamla, gösterişle aslı olmayan boş bir debdebe içinde olduklarını, borca girmezlerse aç kalacaklarını beyan ederek oğlundan hoca olmaya meyletmemesini ister.
Günümüzde de en fazla yozlaşmanın okullarda, üniversitelerde olduğu görülmektedir. Bu durumun yansımaları gelecek yıllarda çok daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Sayın Hocam, bu ülkede, milli gelirin yüzde ellisini, yüzde yirmi kesim, yüzde ellisini de yüzde seksen kesim alıyor. Bu ülkede, 15 milyon, açlık, 53 milyon da yoksulluk sınırının altında yaşarken, 17 milyon uzaysi bir hayat sürüyor. ARGE nin yüzde 75'ini üniversiteler alıyor, bir elleri yağda bir elleri balda. Neden Nobel ödülü alan bir akademisyen yok ?.. neden KDV'si yüksek bir teknolojik eser uretilemedi?.. teknolojiyi hep satın alıyor,teknoloji uretemiyoruz. Teknoloji üretmekle elde edilir, güçlü olunur, satın almakla değil. Zaten teknolojiyle dönüşmeyen bilimin bir önemi, bir değeri yoktur. Teknolojiyi üniversiteler üretir, devlet bunu satar, milyar dolarları bütçeye koyar,böylece halkın refah ve gelir seviyesini yükseltir, halkını mutlu eder. Acaba bizim üniversiteler neden bunu uretemezler. Çalışıp çok çalışıp üretmekten başka çaremiz yoktur. Selamlar.
Sayın hocam, daha dün, URAP, yayımladığı listede, dünyanın başarılı ilk 500 üniversitesinde, Türkiye'den bir üniversite bile yok. Son yedi yıldır ilk 500'e giren bir üniversite yok, neden yok, niçin yok ? .. Bunu lütfen izah eder misiniz ? .. Yayin sayısı, atıf sayısı ve performansta çok yetersizler diyor URAP. Her yıl bu siralamaya, Güney Kore'den, Danimarka'dan ilk yüze, üç universite giriyor da siz neden, birakin ilk 100,200,300,400,500 de bile neden yoksunuz?.. neden, neden ?.. sadece Hacettepe üniversitesi 554. sırada yer alıyor. İlk binde 9 Türk üniversitesi var. Atatürk üniversitesi, 1200' de bile yer alamıyor. Neden kendinizi sorgulayıp yenilemiyorsunuz , neden ?.. üniversite bilim, bilişim, teknolojinin var olduğu yerdir. Sizde neden bunlar yok ?.. ülke olarak bir markamız yok. Bunu üniversiteler yapacak, ama bizde böyle bir kapasite yok. Onlarca yok. Yazılacak çok şey var ama biz muhtasar kıldık. Selamlar.
Sayın Yazar makaleniz aydınlatıcı ve güzel Günümüzde yozlaşmanın sıkıntılarını çekiyoruzÜniversite ve okullar ile diğer kurumlarda ve toplum katmanlarında yozlaşmanın önlenmesi gerekiyor
"Sultanın sofrasına oturan alimin fetvasına itibar edilmez."der İmam ı Azam Yalakalığa sıra gelince;"Varsın hayat yalakalara şans tanısın,ben onuruma fiat biçemem,yaşadığım kadar yaşamam, asla tükürülecek eli öpmem"diyor Ömer Hayyam Bir Türk Atasözünde şöyle diyor."Yalaka koyun kasabın keskin bıçağını övermiş".Ben de diyorum ki yalakalık bulaşıcıdır.Hocam yazılarınızı devamlı okuyorum,gerekli dersleri çıkarıyorum çok teşekkür ederim."Cahillik ne güzel,her şeyi biliyorsun"Einstain Yozlaşma okumayan,incelemeyen,sorgulamayan bir toplum için kaçınılmaz sondur,neticeleride yazmış olduğunuz cümlelerde vardır.(okuma derken kitaplardan bahsediyorum)Her şeyi ben bilirim,ben yaparım diyen mükemmel bir toplum yetiştirdik.Merhum Akif diyor'ki "İnsan iki şeyi çok iyi bilecek,bir haddini iki hesabını"