Erzurum’da her sokakta, her evde bulunan sırık, komşuluk ilişkilerinin vazgeçilmez bir parçasıydı. Evlerin dışında, duvar dibinde sessizce beklerdi. Uzun, düz bir çubuktu; ucunda çamaşır iplerini tutan küçük bir mekanizma vardı. O sırık, sadece çamaşırları kurutmak için değil, aynı zamanda insanlar arasındaki bağı güçlendiren, paylaşılan anıların bir simgesiydi. Her evde sırık bulunur, komşuluk ilişkilerinin özüdür. Kaç kere komşudan aldığımı hatırlamıyorum, çünkü o sırık, bir komşudan diğerine geçerken aslında yalnızca bir eşya değil, aynı zamanda paylaşılan bir yaşamın parçasıydı. Çamaşır asmak, bazen bir gülümseme, bazen de bir sohbetin başlangıcı olurdu. Annelerimiz sabırla kullanır, çamaşırları asarken evin etrafına o mis gibi kokusunu yayar, bir yandan da hayatın basit ama içten ritmini takip ederdi. O sırık, sadece evin dışındaki bir araç değil, aynı zamanda o günlerin sıcaklığını, samimiyetini ve komşular arasındaki dayanışmayı simgeliyordu.
90’lı yıllarda, sırık sadece bir araç değil, geçmişin ve geleceğin izlerini taşıyan bir zaman tanığıydı. Sırığın etrafında, evlerin dışındaki duvarlarda rengarenk çamaşırlar asılırken, komşular birbirine yardım eder, bazen bir selamlaşma bazen de bir ihtiyacın karşılanması için sırıklar paylaşılırdı. Her zaman o kadar doğal ve sıradandı ki, bir komşunun sırık almak için kapınızı çalması adeta beklenen bir şeydi. Sırık, yalnızca çamaşırları kurutmakla kalmaz, aynı zamanda komşuluk ilişkilerinin sıcaklığını, paylaşmanın ve dayanışmanın anlamını da kuruturdu. O dönemin, sade ama bir o kadar derin bir anlam taşıyan yaşamı, sırığın etrafında şekillenir, bir komşudan diğerine geçen bu basit araç, hem evlerin hem de kalplerin birleşmesine vesile olurdu.