Babaannem Şahender Hanım, masmavi bakan ama görmeyen gözleriyle seyretti dünyayı...
Nasıl diyorlar? Bakarkör...
O, öyleydi işte.
Soyu -bizim erişebildiğimiz kadarıyla- Kafkaslar’a uzayan o karizmatik kadın, 80’lerin başlarında dünya mülküne veda etti. O yıl ben Erzurum Lisesi’nde yatılı öğrenciydim. İlk gençlik yıllarımdı ve hayatıma girmiş en baskın karakterlerden birini yitirdiğimi o yaşta pek idrak edememiştim.
Ne yazık ki!
Babaannemin içimde nasıl bir yer doldurduğunu ve ölünce de orada nasıl devasa bir obruk oluştuğunu ancak yıllar sonra, dindirilemez bir hasreti yazıya dökmeye kalkıştığımda anladım.
Ve fakat çok geç kalmışım...
★★
İki oğlunun, iki kızının, gelinlerinin, damatlarının ve on üç torununun her birine ayrı çeşit bir sevgi beslerdi Babaannem. Biz bunu bilirdik. Birimiz, diğerimizi kıskanmazdık asla...
Ömrünün büyük bölümünde gözüymüş gibi kullandığı ince, bembeyaz, kupkuru ellerini yüzümüzde gezdirip dualar ederdi bizim için. Bizi nasıl sevdiğini, zihninde nasıl canlandırdığınıysa biz onun dualarından çıkarırdık:
Birimize ‘Ayağına taş değmiye!’ derdi mesela.
Bu duayı işiten, en çok gezip tozanımızdı. Seyyahıydı güzel ailemizin…
Bir diğerimizeyse ‘Aklın, izanın bin bereketli ola!’ diye okşardı. Bu duayı alan, üniversite kapısına dayanmış olanımızdı…
Ve başka birimizle vedalaşırken ‘Allah’ım seni hep eylerle garşılaşdıra!’ (Allah’ım seni hep iyilerle karşılaştırsın!) derdi.
Bu son duanın başkahramanı bendim. Daha doğrusu ‘sözü işiten ama belki mânâyı tam da çözemeyen küçük adamdım ben’...
Evet o bendim. Yatılı okula başladığında hayatına bir anda yüzlerce yabancı giren, mazbut hayatı orada, Erzurum Lisesi ortaokul kısmının kapısında biten çocuktum ben. Benim hayal gücümle yumakladığım bin bir önyargıma göre çoğu kötü ve çok tehlikeli, ancak birkaçı belki biraz iyi olan yabancılar…
Halbuki gerçek hiç de öyle değildi ve yani çoğu, hatta neredeyse hepsi iyiydi o yaşta hayatıma giren Erzurum Liseli yatılı ya da gündüzlü kardeşlerimin.
Bir kez daha tarifsiz, harika bir ailenin parçası olmuştum. İkinci ailemle de bağlarım ömrüm boyunca hiç kopmadı...
Her neyse; yatılı okulun ilk yılında ayda bir, haftasonu iznine eve gelirdim. Evimizden pazar ikindisinde ayrılıp yatılı okulun o günlerde benim gözüme Moskof zindanı gibi gözüken Rus yapısı taş pansiyonuna dönmeden önce de babamla birlikte mutlaka babaanneme uğrardık. Elini öper, duasını alırdım. Canım babaannem, öpmek için tuttuğum elini her defasında önce yüzümde gezdirir sonra da yanaklarıma sımsıcak öpücükler kondurduktan sonra aynı cümleyi fısıldardı:
‘Allah’ım seni hep iyilerle karşılaştıra…’
Ah, ne güzel bir veda ve ne güzel bir duaymış meğer…
İyilerle karşılaşmadıktan sonra senin iyiliğin ve iyi niyetin neye yarıyor ki?
Çürüyüp, heder olup gidiyorsun sonuçta...
Ve bunu da yaşadıkça değil de aslında ‘yaralandıkça’ anlıyorsun.
★★
Galiba yineliyorum bunu ama olsun: Biz çocuktuk ve bütün çocuklar gibi, çok sevdiğimiz birini yitirdiğimizde aslında neleri yitirdiğimizi tam olarak anlayamamıştık. Gözleri görmeyen bir yaşlı kadın tarafından bizim ruh ve beden kalıbımıza bire bir uygun biçilmiş özgün duaları yitirdiğimizi mesela nereden bilecektik?
Vefatının üzerinden geçen kırk yıl, Kafkas Kadını Şahender’in gidişiyle hayatımızda nelerin eksildiğini bize çok iyi öğretti…
Ama ne yazık ki hayatın verdiği bütün derslerde olduğu gibi bu bu hususta da biz dersimizi aldığımızda çoktan iş işten geçmişti.
★★
Yıllardır gönlümün kilitli sandığında sakladığım o duayı, -tesadüf ya- birkaç gün önce bir kadim dostumdan işitince adamakıllı efkarlandım. ‘İnsan bir duayı işitince ‘amin’ der, hiç efkârlanır mı?’ demeyin; oluyor işte.
Hele eski sokaklarını, evlerini, silinmeye yüz tutmuş hatıralarını, şimdi maişet kavgasında bir kanadı kırık halde kendi ufuk çizgisine doğru uçmaya çalışan insanlarını, bir vakit canınızın parçası olmuş kimselerin viraneye dönmüş mezarını özlüyorsanız…
Hele yıllar süren ayrılıktan sonra kavuştuğunuz memlekette zihninizin bir kıyısına dağlanmış bir kronometre, korkunç hızla sürekli eksilen zamanı size fısıldıyorsa ve yeniden ayrılma anı, siyah heybetli atını üzerinize doğru dört nala koşturuyorsa...
İşte o zaman hem kendi hatıranız için efkârlanıyorsunuz hem de bu kez sevdiğiniz insanlar için siz fısıldıyorsunuz aynı duayı:
‘Allah’ım seni hep iyilerle karşılaştıra...’
Hayat, bu duadan sonra biraz daha katlanılır hale geliyor.
Ayrılık mukadder ve yazık ki bu hususta duadan başka da zaten bir şey gelmiyor insanın elinden.