Şiir meraklıları muhtemelen hatırlayacaktır, Deniz İnan’ın kaleme aldığı Karşı Evin Annesi adlı şiir, 2019 yılında Romanya’da düzenlenen Avrupa Sanat Festivali’nde ‘En İyi Türk Şiiri’ ödülünü almış.
Yunus’tan Nazım’a, Karacaoğlan’dan Veysel’e, Orhan Veli’den Necip Fazıl’a yüzlerce şairin, belki binlerce şiir başyapıtı ürettiği edebiyatımızda gerçekten de en başarılı ürün o şiir midir, bu elbette tartışılır; belki de o festivalde sunulmuş en iyi şiir odur ama ne olursa olsun, benim şair olarak tartışmasız kabul edeceğim bir gerçek var: Karşı Evin Annesi, hakikaten çarpıcı, insanın derinine işleyen, çok iyi bir şiir...
Sadece saf anne sevgisi değil, aynı zamanda anneyi zamanında doğru düzgün anlayamamaktan kaynaklanan ve ancak yaş alınınca farkına varılan ağır bir pişmanlık ve özeleştiri de gizli o şiirde.
Diyor ki şair:
“Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle
Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi
İmrenirdim
Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber
Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına
Bilmezdim anne karşı evin babasında bitermiş iş
Bunu görmezdim, hep başın ağrırdı
Başın, hep ağrırdı
Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar seni sevmezdim
Küçüktüm anne, bilseydim evinde su faturası ödenmemiş
Çeşmeden akmayan suya isyan etmezdim
Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken
Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi, özenirdim
Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız
Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime
Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan
Ömrümü tararmış titreyen parmakların
Bilmezdim anne büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma
Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim
Küçüktüm anne yoksa Gün aşırı patlayan sarı ampulü
Mumla yamayacak yüce gönlünü ezecek kadar ezilmezdim
Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını
Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi
Ayağında yüksek topuklu bir isyan
Düşündüm de şimdi, ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan
Senin çatlamış ayakların vardı anne
Hacı Şakir kokardın en beyazından
İncecik bir yemeniyle gizlerdin
Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını
Çok yeni anladım anne
Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı
Çocuktum anne Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi
Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş
Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi
Bilmezdim anne Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi
Üstümüze cuk otururken bu senin ruhuna azap olur akarmış
Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram arifesi
Vitrinlere bakarmış sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken
Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi
Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde
Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı
Yık deseler ne şu eski divan kalacak ne çiçekli perdeler
Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana
Desem O tertemiz günlerim Hani şimdi neredeler
Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye hesaplar yaparken bir gün
Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri
Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi
Çok geç anlıyor insan anne
İlle de kendi annesi
İlle de kendi annesi...”
★★
Aşkın Nü Hali, Kırkyama ve son olarak Mor Mahzen adlı şiir kitaplarının yazarı Deniz İnan, 40’lı yaşlarında, İzmit’te yaşıyor ve yaşadığı şehirde tiyatral şiir matineleri düzenliyor. Neyi, nasıl yapıyor olmasından çok belki de az önce okuduğunuz şiiriyle bugünün çocuklarına özellikle anneleri söz konusu olunca neyi ,nasıl değerlendirmeleri gerektiğini anlatıyor. Şiirle...
Ama mesaj anlaşılır mı; bu şiir okuyan çocuklar ebeveynlerine zaman zaman yönelttikleri o acımasız eleştiriden, anne kalbi kırmaktan vaz geçerler mi, bilinmez. Muhtemelen yine haksızlık, anlayışsızlık ederler. Çocuk olmanın doğasında var çünkü anneyi, babayı eleştirmek, bazen de kırmak. Büyümenin kimyası bu...
Ama bunu yaparken değil de büyüyünce kötü hissediyor insan...
★★
Bakın bir başka şairin, o mukadder ve telafi edilemez ‘kötü hissedişi’ şiirinde bir rüyanın izdüşümü olarak nasıl dile getiriyor:
“Baksana şu hayata
Yıllar öncesinden kalma solgun bir bayram tebriği adeta
Gelecek bayramların umudu gibi
Ama daha çok geçmiş güzel bayramların özlemi...
Hayatım bana işte tam da bunu söyledi
Unutmak üzere olduğum yollardan
Bir bayram günü beni babamın evine sürükledi
Bir gündü sadece, bir tek gün. ‘Yine de değdi’...
Babam yaşıyor olsa kesin böyle derdi.
O gece annemin yanına uzandım
Uyuyordu, nefes alıp verişini dinledim
Kalbinin atışını hissettim ve gözlerimi yumdum
Onun yorgunluğundan kendi hikâyemi çıkardım,
Elli yılın her birinde güya biraz daha büyümemi...
Öyle olmamış halbuki
Çocuklar kocaman olup yaşlansalar da
Kucaklarına sığdırabiliyor onları anneleri.
Bağımızdaki en yorgun ceviz ağacı gibi
Kururken bile meyveye durmuş dallarını
Yeni sürgünlerle de donattığını anımsıyorum annemin
Yuvayı birer birer terk ettikçe çocukları
Kendisi sanki hiç yaşlanmıyormuş gibi...
Ne acı! Bu, ömrü yeten her annenin kaderi...
O gece annemin yanına sokulup uyudum
Nefes alıp verişini dinledim
Doğuda küçük bir kasabada doğduğunu,
Ve sonra sele kapılmış bir çeyiz sandığı gibi
Batıya nasıl sürüklendiğini aklıma getirdim
Babamın ardında, gönülsüz ve hüzünlü bir göç hikâyesi
Nihayet uzakta, uğuldayan kalabalık bir şehirde
Hayat arkadaşıyla nasıl vedalaştığını düşündüm
Nasıl yapayalnız kaldığını, o uzak şehre neleri bıraktığını
Ve şimdi dilediği yere gidebilecekken
Niye oradan kopamadığını herhalde ilk kez bu kadar iyi anladım.
Yıllar, yıllar ve yıllar sonra bir gece sadece, bir tek gece
Annemin yanında uyudum
Rüya görüyordu
Bütün bir gece
Onun siyah-beyaz rüyasını seyrettim”
★★
Ve...
Sevgili okurum, annen hayatta mı?
Hayattaysa sen çok şanslısın. Şükret! Sana nasıl davranırsa davransın, bedeni ve ruhu ne kadar yıpranmış olursa olsun; isterse eski gücünü, takatini, becerikliliğini hatta belleğini biraz yitirmiş olsun... Bil ki bebekliğindeki gibi şu halinle de seni onun kadar sevebilecek biri daha yoktur dünyada! Onun kadar özverili, onun kadar koşulsuz...
Fakat’sız, ama’sız, riyasız, çıkarsız, karşılıksız, her şeye rağmen, tarifsiz seven...
Onun kıymetini bil, iş işten geçmeden! Onu iyi anla olur mu? Anladığını da mutlaka dışa vur, belli et! Mesela bir gece sessizce yanına uzan annenin, onu uyandırmadan. Benim yaptığımı yap sen de. Soluk alıp verişini dinle. Yıllar önce, karnındayken dinlerdin, öyle.
Ve az evvel okuduğun ikinci şiirdeki, benim şiirimdeki şiirimdeki gibi, bir gece mutlaka rüyasını seyret sevgili annenin.
Bil ki riyasız tek rüya annenin rüyasıdır.
★★
Bitirmeden...
Daha zaman var ama ben biraz erken hatırlatmış olayım: Gelecek pazar, 12 Mayıs yani, ‘Anneler Günü’...
Pusula’da sadece salı günleri yazdığım için gündemden düşünce değil, bu kez ‘yüksek stratejik öneminden dolayı’ günler öncesinden kutlamak istedim annelerimizi. Emin olun, onlardan daha değerli, anlaşılmayı onlardan daha çok hak eden pek az şey vardır hayatlarımızda:
Yaşı ne olursa olsun; kendi harikulade niteliğinin (hayatın ve merhametin kaynağı olma gerçeğinin) sırrına ermiş, en güzel seslenişe muhatap olmuş bütün annelerin gününü bugünden ve yürekten kutluyorum. O gün annenize verebileceğiniz en güzel hediye; öyle mücevherler, pahalı eşyalar filan değil, ona sımsıkı sarılmanız ve onu anlamanız, anladığınızı da bir biçimde dile getirmeniz olacak... Belki bir de çiçek ya da şiir...
Ebediyete göçtüğü için o gün evladıyla kucaklaşamayacak annelere Allah’tan rahmet; başta şehit anneleri olmak üzere, evladını yitirdiği için anneler gününde en büyük kederi bir kez daha kalbine gömecek acılı annelere sabır diliyorum.